Atatürk'ün Hatay kararlılığı

      Hatay’ın anavatana katılma sürecinde, Atatürk’ün müthiş bir mücadele örneği verdiği vurgulanmalıdır. Sorunun en karışık olduğu sırada, çok ağır bir hastalığa yakalanmasına rağmen, “Dava benim şahsi davam” dediği, Hatay meselesine eğilmiş, hükümeti daha etkili tedbirler almaya zorlamıştır.
Atatürk'ün Hatay kararlılığı 


      Sene 1936, yenilen, kaybeden Fransa, Suriye’nin bağımsızlığını kabul etmek zorunda kaldı ve bölgedeki tüm haklarını Suriye hükümetine devretti. Türkiye, 9 Ekim 1936’da Fransa’ya bir nota vererek Hatay’a da bağımsızlık verilmesini istedi. Fransa tam bir ay sonra cevap verdi ve bu isteği reddetti. Bir süre karşılıklı notalar gönderildi. Ancak görüşlerde herhangi bir değişme olmadı. Bunun üzerine, Atatürk 10 Aralık 1936 tarihinde Fransa’nın Ankara Büyükelçisi Henri Ponsot ile Hatay konusunda uyarılar içeren bir görüşme yaptı ve kendisine şunları ifade etti:
“Türkler ve Fransızlar arasında çok eski bir dostluk vardır. Bunun muhafazası ve kuvvetlenmesi lazımdır. Fransız ordusu çok kıymetli ve eşi bulunmaz bir ordudur. Türk ordusu da aynı vasıflardadır. Bu iki ordu birbiriyle dost olmalıdır. Fransızların Sancak havalisine ve bilhassa sınıra asker getirdiklerini hükümetimden haber aldım. Bu herhalde mahalli emniyeti alakadar eden bir tedbirdir. Ben karşı tedbirleri men ettim. Ben,Sancak meselesinin, her iki tarafın vaziyetini kurtaracak bir şekilde hallini istiyorum. İlhak talep etmiyorum sizden. Vaziyeti iyi bildiğiniz ve Suriye’de bulunmuş olduğunuzdan, sizin Bay Büyükelçi, bizzat Paris’e gitmeniz ve hükümetinizi aydınlatmanız lazımdır.” 

 
       Bunun üzerine, Fransız Sefiri “Yakında Paris’e gideceğim ve işin mahiyetini ve bilhassa sizden dinlediğim sözleri hükümetime nakledeceğim” cevabını verir.
Atatürk ise, “Bu mesele, dostluğumuzu koruyacak ve kuvvetlendirecek şekilde halledilmelidir. Ümit ederim ki, Cenevre’de Fransız delegeleri, 'Ne istiyorsunuz, sizin böyle bir hakkınız olduğunu biz tanımıyoruz' gibi sözler söylemezler. Zira bu, iyi neticeler veremez ve işin bu takdirde ne olacağını da bilemem” der.
Sefir’de, kaçmak ve meseleyi kapatmak isteyen bir adamın hali yoktu. Bilakis dikkatle dinleyen bir adamın vaziyeti vardı. Atatürk’ün “Anladınız mı?” sorusuna cevaben, “Çok iyi anlıyorum. Sözleriniz kuvvetli ve açıktır” der.  Atatürk, buna karşılık olarak, “Aramızdaki dostluk elbet devam edecektir. Fakat Fransız hükümeti dikkatle hareket etmelidir” cevabını verir.

       Bu arada Fransa, meselenin Milletler Cemiyeti’nde görüşülmesini teklif etti ve Türkiye’de, bu teklifi kabul etti. 14 Aralık 1936’da Cenevre’de görüşmeler başladı. Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras başkanlığındaki Türk Heyeti, Cenevre’ye gitti. Görüşmelerde, Türkiye, Hatay halkının bağımsızlığını ve güvenliğini, Fransa ise, Hatay’ın Suriye’nin bir parçası olduğunu savundu.

FRANSIZLARIN ALDATMALARINA İZİN VERMEMEK
       Atatürk, 31 Aralık 1936 tarihinde, Başbakan İsmet İnönü’ye “Hatay meselesi üzerine” bir not gönderir. Notun ana başlıkları şöyledir: 
1) Hatay dediğimiz topraklar bütün kapsamlı manasıyla Türk topraklarıdır. Bu hakikati biz 1921’den itibaren tespit ettirmiş bulunuyoruz.
2) Fransızlar, bizi esastan uzaklaştıracak tekliflerle gelip, kendi hesapları için ısrar ederlerse, benim kanaatime göre müşkül vaziyete düşecek olan T.C. Devleti değil, Fransa Devleti olacaktır.
3) T.C. Hükümeti olarak, harpsiz anlaşma tarzı, tercih ettiğimiz yoldur. Fakat Fransızlar bizi aldatma yoluna saparlarsa, onların hiç ummayacakları derecede ciddi davranmamız zaruridir. Bu ciddiyetin icap ettirdiği son tedbirler –ki askeri olacaktır– buna girişmeden önce, Fransa ve Milletler Cemiyeti’ndeki nüfuzlu devletler açık ve kati haberdar edilmelidir.
4) Bütün bu düşünce ve görüşlerin sonunda, dikkatinize koymak istediğim nokta şudur: Milletler Cemiyeti’nde aleyhimize karar çıkmadan evvel, Hatay ve Suriye sınırında, T.C. Hükümeti’nin, haklı görüşünü fiilen elde etmeye muktedir ordunun, şimdiden hazırlanmasına, fiilen başlanmasıdır. Bunda geç kalmak, büyük T.C. devletinin, sözünün, şerefinin, haysiyetinin, bugün olduktan başka, gelecekte de kıymetsizliğine sebep olur.
5) Kısacası, askeri hazırlığa başlamakta bir an gecikme bizi dünyaya rüsva eder. Bu hususta milyonlar, mühim ve mukaddes maksat için hiçtir, diyerek İsmet İnönü’yü ciddi bir şekilde uyarır."

        EN GÜÇLÜ SİLAH KALEM
     Atatürk, 5 Ocak 1937 tarihinde İstanbul’dan ayrılmaya karar verir ve gece saat 03.00’te Haydarpaşa İstasyonundan özel trenleriyle Konya’ya hareket eder. Atatürk’e bu seyahatinde Cumhuriyet gazetesi başyazarı Yunus Nadi de refakat eder. Kendisine ertesi gün yayımlanmak üzere “Hatay meselesi hakkında” bir başyazı dikte ettirir. Çünkü O’nun için “en güçlü silah kalemdi...”
Atatürk, Yunus Nadi imzasıyla 6 Ocak 1937’de yayımlanan başyazıda, açıkça, Fransa’ya meydan okur. Türk ordularının 24 veya 48 saatte Antakya civarını, çok sınırlı bir zamanda da bütün Suriye’yi işgal edecek güçte olduğunu belirtir; Fransız dostluğuna önem verdiklerini, savaşmak istemediklerini, ancak mecbur kalırlarsa, bütün dünyaya karşı koymaya hazır olduklarını açık ve net ortaya koyar. Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan bu makale, halkın zaten mevcut olan heyecanını, son haddine çıkarmıştı. 

Hatay
Hatay'ın Anavatan'a katılışı böyle kutlanmıştı
Atatürk, 2227 Ocak tarihleri arasında Hatay hakkında beş yazı daha dikte ettirmiştir. Kurun gazetesi başyazarı Asım Us, Atatürk’ün söylediklerini olduğu gibi yazar ve altına kendi imzasını koyma emrini aldıktan sonra beş gün sırasıyla baş makale olarak yayımlar. Kurun gazetesinde, Asım Us imzasıyla yayımlanan ve hakikatte Atatürk’e ait olan beş makalede kısaca ana başlıklar şöyleydi:
 
       FRANSIZ DEVLET ADAMLARININ NAMERTLİĞİ
     “Fransa’nın dostlarına hitap ediyoruz; Suriye ve Lübnan’a bağımsızlık verildiği halde, aynı derecede hukuki duruma sahip olan İskenderun ve havalisi için, “manda” şekli tasavvur edilmesi, uzlaşma yolunda bir ilerleme değil, tam tersi bir gerilemedir. Fransız devlet adamlarının bu işi böyle çıkmaza sokmaktaki maksatları acaba ne olabilir? Fransa’nın başına her nasılsa baş diye üşüşmüş olan bu efendiler, idare etmekte oldukları büyük Fransız milletinin, nasıl idare olunacağını bilemedikleri gibi, Hatay meselesiyle milli alaka güden yeni TC’nin haklarını müdafaa etmek için göstereceği fiili enerjiyi, takdirden uzak bulunmaktadır.

    Üzerinde Haklı Olarak Durduğumuz Nokta Şudur; Bu sütunlarda sık sık bahsettiğimiz bir gerçeği bir kez daha tekrar edelim. Fransa Hükümeti’ni müşkül vaziyete sokmak, TC’nin hiçbir zaman hatırından geçmez. Fakat TC’ne eski Osmanlı İmparatorluğu’nun bir devamı gözüyle bakılarak, ona karşı dejenere bir politika takip olunduğunu ve hâlâ bu sevdada yaşayan diplomatların, siyasette hükümran olduklarını görürsek, bunun yalnız isabetsiz değil, aynı zamanda tehlikeli bir meslek olduğunu söylemekten de kendimizi alamayız (212223 Ocak 1937)” der. Ertesi gün, 24 Ocak 1937 tarihindeki başyazısında ise; “Günü Biten Bekleyiş” başlığını atarak devam eder... 
Başvekil İsmet İnönü, on beş gün evvel CHP Meclis Grubu’nda Hatay meselesi üzerinde konuşurken, “On beş gün bekleyiniz…” demişti. 
"Biz bu sözü bir devlet emri olarak kabul ettik. Türk milleti emniyet ettiği büyüklerinin ve devletinin her emrini yüksek itimatla karşılar. Nitekim on beş gün bitmiş, on altıncı güne girmiş bulunuyoruz, yine bekliyoruz. Neyi? TC namına bütün Türk milletine on beş gün bekleme tavsiye eden büyük devlet adamımız İsmet İnönü’nün yeni sözlerini!.. Şimdi ne olmuştur? Ne oluyor? Ve ne olacaktır? Hiç bir şey bilmiyoruz. Ne Fransız matbuat ve ajanslarına ve ne de dünya haber ajanslarına güvenemeyiz. Çünkü, o kadar çok aldatıldık ki… İşte bu sebepledir ki, TC devletine ve onun hükümetine hitap ediyoruz: On altıncı gündeyiz. Vaziyet nedir? Bizi, Türk milletini yeniden aydınlatınız!" diyerek, İsmet İnönü’yü eleştirir.

      TÜRKİYE CUMHURİYETİ ALDATILAMAZ 
     25 Ocak’ta “Hâlâ Bekleyiş” başlığı ile başlar yazısına. 
“Dün ‘Günü Biten Bekleyiş’ başlığı altında yazdığımız yazılar milletçe okunmuştur. Bugün bahsettiğimiz sayılı günlerin on yedincisini yaşıyoruz. Bu sebepten yazımızın üzerine “Hâlâ Bekleyiş” başlığını koyuyoruz. Biz bu satırları yazarken, Cenevre’de Türk Delege Heyeti’nin, bütün devletlerin barikatlarıyla karşılaştıklarını ve hakikatte temelsiz olan bu engelleri yıkmak için, kafa ve nefes tükettiklerini tahmin ediyoruz. Yoksa iş daha çok zaman önce aydınlatılırdı ve dünya bundan büyük huzur ve memnuniyet duyardı. Dünkü makalemizde Cumhuriyet Hükümeti’nden verilmesini rica ettiğimiz izah ve aydınlatmanın da gecikmesinin manasını burada aramak lazımdır” der ve sonrasında yine meydan okumaya devam eder: 
“Fransa ve bütün dünya şu hakikati bilmelidir: TC çok haklı olduğu Hatay davasını ortaya atarken, bunun bütün neticelerini düşünmüştür. Dava milletlerarası olmuştur. Davasında haklı olan Türkiye’dir. Artık dinlenilecek sözün kimin ağzından çıktığına çok dikkat etmelidir. Türk’ün sözü, Türk’ün haklı ve yerinde sözü, Türk’ün kendisidir. Ona riayet etmemek, onu tanımamak, onu hiçe saymak, buna cesaret göstereceklerin düşünemedikleri akıbetle karşılaşacaklarına asla şüphe etmemelidir. İşte bizim bu dakikada söyleyeceğimiz bundan ibarettir...”

 
           HARİCİYE VEKİLİ’NE ÖVGÜ 
    Tarih 25 Ocak, gecenin ikisi olmuştur. Atatürk Cenevre’den, Hasan Rıza Soyak ve Tevfik Rüştü Aras’tan bilgi almıştır. Hatay’a yeni statüsü verilmişti. Hatay, içişlerinde tamamen bağımsız kalacak, dışişlerinde Suriye Devleti tarafından yönetilecekti.
Atatürk, Başvekil İsmet Paşa’ya, Milletler Cemiyeti kararlarını içeren notu derhal gönderir. Ve ardından Aras’a gönderdiği övgü dolu sözleri de İsmet Paşa’ya şöyle iletir:
“Aras’a verdiğim cevap şudur: Yüksek zekânızın aldığı, emir ve talimatla kaynaştırdığınızın, lüzumlu neticelerini alacağınızdan, zaten şüphem yoktu. Artık, benim tarafımdan size verilecek talimat kalmamıştır. Tarafı devletinize, verilmesi lazım gelen talimatın verilmesini, Ankara’da Cumhuriyet Hükümeti’ne rica ettim. Oradan alacağınız talimat dairesinde, yüksek ferasetinizi kullanarak, hareket etmenizi dilerim.”
Müzakerelerin sonucunda Milletler Cemiyeti, Hatay’da seçim yapılmasına karar verdi ve seçimlerin sonucunda 2 Eylül 1938 tarihinde Hatay Meclisi açıldı. Kurulan bu yeni devletin adı da Hatay Cumhuriyeti olarak değiştirildi. Ancak, bu arada, Atatürk, esaretten kurtardığı Türk yurdunun anavatana katıldığını görmeden vefat etti. 
Hatay Devleti bir yıla yakın bir zaman bağımsız olarak kaldı. Türkiye’nin kararlı tutumu ve gayretleri sonucunda, 23 Haziran 1939 tarihinde, Türkiye ile Fransa arasında, Hatay Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmayla, Fransa Hatay üzerindeki hak ve yetkilerini Türkiye’ye devretti. 29 Haziran 1939 günü, Hatay Devleti bayrağı meclisten indirildi, İstiklal Marşı eşliğinde Türk bayrağı göndere çekildi. Hatay artık Anavatan’a katılmıştı.

            SONUÇ OLARAK

     Hatay’ın anavatana katılma sürecinde, Atatürk’ün müthiş bir mücadele örneği verdiği vurgulanmalıdır. Sorunun en karışık olduğu sırada, çok ağır bir hastalığa yakalanmasına rağmen, “Dava benim şahsi davam” dediği, Hatay meselesine eğilmiş, hükümeti daha etkili tedbirler almaya zorlamıştır. Kelimenin tam anlamıyla, ölüm döşeğinde savaşsız, silahsız, ince diplomasiyle Hatay’ı kurtarmıştır. Barış ve dostluk yolu ile kazanılan bu zafer, önemli ölçüde büyük Atatürk’ün eseridir.