Beykoz Deri ve Kundura Fabrikasının Hüzünlü Hikayesi…
1812 yılında II. Mahmut Beykoz’a yaptığı bir gezi sırasında Hamza isimli bir ayakkabıcıyı ziyaret eder. Yaşlı usta derileri kendisi işlemekte ve bu derilerden çarık yapmaktadır. Padişah ordunun da çarık ihtiyacı olduğunu ve bu imalathanenin orduya çarık üretmek üzere desteklenerek büyütülmesini ister…Bu şekilde Hamza ustanın debbağhanesi satın alınarak devletleştirilir. Tesis ilk yıllarında ordu için palaska, bot, koşum takımları, kütüklük vb ürünler imal eder. 1816 yılında tesise ‘’Techizatı Askeriye’’ adlı bir bölüm eklenir. 1826 yılında ise keçi derisi üretim merkezi de ilave edilerek kapasite artırılır. İşte bizim çocukluğumuzda giydiğimiz son derece dayanıklı Sümerbank Kunduralarını üreten, Beykoz’a üretimi ve istihdamı ile önemli ölçüde katkı sağlayan, hemen hemen herkesin ya anası babası ya da bir akrabasının mutlaka çalıştığı bu önemli fabrika böyle kurulmuş…
Fabrika 1842 yılına kadar nispeten geri teknoloji ile çalışır ama bu tarihte fabrikaya 40 beygir gücünde bir buhar makinası, 2 buhar kazanı, 2 taş değirmen, 70 deri kuyusu ilave edilir ve böylece Osmanlı’nın gerçek bir sanayi kuruluşu haline gelir. 1856 yılında Paris Uluslararası Sergisine katılır ve dünya standartlarında üretim yaptığını ispatlar.
Askeri üretim yanında siviller için de değişik modellerde çeşit çeşit ve renk renk ayakkabılar yapmaya başlayarak yıllarca ayakkabı üretiminde Osmanlı topraklarındaki en ileri tesis haline gelir. 1877 yılında katıldığı Viyana Uluslararası Fuarında altın madalya kazanır.
1912 yılında kapasite artırımı amacıyla yapılan yatırımla üretim hacmi önemli ölçüde artırılır ancak birinci dünya savaşının çıkması ile fabrika askeriyeye bağlanır. 1925 yılında Sanayi Bakanlığı’na bağlanır ve 1933 yılında Sümerbank bünyesinde Deri ve Kundura Fabrikası olarak kapanışına kadar faaliyet gösterir. Fabrika büyük bir motivasyonla üretimine devam etmektedir. 1955 yılında üretim kapasitesini 1.860.000 çifte çıkarır, izleyen yıllarda lastik işleme ve PVC tesisleri yapılarak tam bir sanayi kompleksine dönüşür. Elde ettiği kar ile yani kendi özkaynağı ile Van, Tercan ve Sarıkamış’da birer ayakkabı fabrikası daha açılır.
Bu güzel hikaye maalesef son bulmak üzeredir. 1980 darbesi sonrasında Türkiye’ye hakim olan neoliberal ekonomi anlayışı çerçevesinde memleket yönetimini ele geçiren emperyalist güçler devletin her türlü üretimden çekilmesi ve elinde olan her şeyi elinden çıkarması konusunda baskı yapmaktadır. Sonuçta KİT adı verilen ekonomik birimlerin devlet tarafından iyi yönetilemediği, verimsiz çalıştığı ve mutlaka bir şekilde elden çıkarılması gerektiği konusunda yapılan propogandalar sonucu toplumdan çok güçlü itirazlar gelmez olur. Özal iktidarı başroldedir. Özelleştirme idaresi kurulur ve devlet her şeyi elinden çıkarmaya başlar.
Tabii ki bu gözle bakılan bir fabrikaya modernizasyon yatırımları yapılmaz. Yönetim ve işçiler önemsenmez ve bunlar da yetmiyormuş gibi Boğaziçi Kanunu’na konulan özel madde ile Boğaziçi’nde üretim yapan tüm tesislerin kapatılacağı hükmü konur. 1999 yılında fabrikananın üretimi durdurulur.
2004 yılında fabrikanın 200 dönüme yaklaşan Boğaz kıyısındaki arazisi içindeki lojman ve fabrika binaları ile satışa çıkarılır ve bir holding 30 milyon dolar bedelle burayı alır. Bu arazi bugün dizi ve film çekim platosu, düğünparti mekanı olarak kullanılıyor ve rayiç değeri 3 Milyar dolar.
Süphesiz bu gün gelinen noktada devletin üretim yapması şart değil ancak bu devlet mallarının haraç mezat satılmasını gerektirmezdi. Bunu bize öneren batı ülkelerinde mesela Almanya’da Alman devletinin bu gün itibarıyla pek çok sanayi kuruluşunda ortak olduğunu (Lufthansa, Wolkswagen vb) da bilmek gerek. Ayrıca bu fabrikaların yarattığı istihdam kaybı Beykoz’da halen telafi edilmiş değil ve bunun etkilediği sosyal sorunlar çok ciddi boyutlara ulaşmış durumda.
Ben kendi adıma özelleştirme adı altında devlete ve halka ait malları bu şekilde peşkeş çekenlere hakkımı helal edemiyorum. Çarıkçı Hamza usta ve II. Mahmut başta olmak üzere fabrikaya emek vermiş olup bu dünyadan göçmüşlere sonsuz rahmetler, sağ olanlara sağlık ve selamet diliyorum…
Yavuz Gürkan