*
“Kabotaj kanunu” aslında “egemenlik” kavramının denizler üzerinde vücut bulmuş halidir. Bu süreç 24 Temmuz 1923’te Lozan’da kapitülasyonların kaldırılması ile başlamış, 1 Temmuz 1926’da Kabotaj Kanununun yürürlüğe girmesi ile de başka bir noktaya, denizlerimiz üzerinde egemenliğimizin tamamı ile tesis edilmesi noktasına evrilmiştir. Kabotaj kanununu, Lozan’da alınan kararların devamı ve de Mavi Vatan” kavramının oluşması sürecinde yeni Türk devletinin attığı ilk adım olarak da kabul edebiliriz.
Bu kanun ile akarsularda, göllerde, Marmara denizi ile boğazlarda, bütün kara sularında ve bunlar içinde kalan körfez, liman, koy ve benzeri yerlerde, makine, yelken ve kürekle hareket eden araçları bulundurma; bunlarla mal ve yolcu taşıma hakkı Türk vatandaşlarına verilmiştir. Limanlarımız arasında yük ve yolcu taşıyan tüm gemilerin kendi bayrağını taşıyan ve kendi vatandaşları ile donatılan gemiler olmasına ve yer hizmetleri ile limanlarda da tamamen kendi vatandaşlarımızın çalışabileceğine hükmedilmesi tarihi bir adımdır.
Ayrıca dalgıçlık, kılavuzluk, kaptanlık, çarkçılık, tayfalık ve benzeri mesleklerin Türk yurttaşlarınca yerine getirilebileceği de kanun kapsamında belirtilmiştir. Yabancı gemilerin ise sadece Türk limanları ile yabancı limanlar arasında yük ve yolcu taşıyabilmesine izin verilmiştir.
Bugün 1 Temmuz günü birçok ilimizde “yağlı direğe tırmanma” yarışı ile hatırlanan bu bayramın milli ekonomiye olan katkısı ve deniz vizyonu, bir yarışmanın çok ötesinde önem arz etmektedir. Kabotaj kanunu Türk milletinin deniz ekonomisi üzerinden finans elde edebilmesinin önünü açması ve bu sayede denizci millet olma yolunda atılan ilk adım olması açısından tarihi öneme haizdir.
Lozan öncesi dönemde 10 devlete tanınan kapitülasyonlar aslında Türk Milletinin deniz alaka ve menfaatlerini fark etmesinin ve denizler üzerinden ekonomik değer üretmesinin önündeki en büyük engel idi. Bu kapsamda Lozan’da kaldırılan kapitülasyonlar, halkımızın deniz taşımacılığı, liman işletmeciliği, deniz sigortacılığı, brokerlik gibi alanlarda faaliyet göstermesinin ve denizcilik sermayesinin oluşması sürecinde bir dönüm noktası idi. Çünkü Lozan öncesinde bu alanlar gayri Müslümlere ve yabancı sermayeye bırakılmış alanlar idi. Bu deniz körlüğü, oturduğu coğrafyanın denizler ile iç içe bir yarım ada devleti olduğunun farkında olmayan, denizcilik politikaları anlamında birikim sahibi olmayan bir yönetim aklının ülkeyi getirdiği nokta idi.
İtalyan Amirali Fioravano kapitülasyonlar için şunları söylemişti: ‘Türkler hiçbir zaman denizlere sahip çıkmak istemediler, tam tersi yabancılara bol bol deniz ticareti imtiyazı vermekten başka, kendi mallarını da çok büyük navlunlar vererek onlara taşıttılar. Bu yüzden de İmparatorluklarını kaybettiler.’
Atatürk’ün bu bilinç ile yarattığı deniz vizyonu ve politikaları bu anlamda bir makus talihin kırılma sürecidir. Lozan ile başlayan süreç önce kabotaj kanunu, ardından donanmadaki yenilenmeler, daha sonra Montrö gibi dev politik kazançlar ile yönünü denizlere çeviren bir ülkenin ilk adımları olmuştur. Bugün kabotaj kanununa sahip çıkacağız ancak onun da çok ötesinde bir denizcilik vizyonu ile hareket ederek, denizlerin verdiği mücadele ruhunu halkımıza aşılamamız, milletimize denizlerimiz üzerinden geçimini sağlayabileceği alanları yaratabilmemiz gerekmektedir.
Ulu önderin “Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir, ileri” emrini taktik bir savaş emri olmaktan öte, denizlere yönelen bir stratejik yaklaşım olduğu gerçeğini baz alarak hareke etmeliyiz. Gemi inşa sanayinde, balıkçılıkta, deniz taşımacılığında, deniz turizminde, denizler altındaki enerji kaynaklarında, limanlarda ve daha birçok denizcilik alanında ulu önderin vizyoner yaklaşımlarını takip etmeliyiz. Kabotaj hakkı vazgeçilemez ancak çok ötesinde denizcileşme adımlarına ihtiyacımız olduğu da bir gerçek.