Çiğdem Çimen yazdı...

        ‘’Sabahattin Türk Folklorunu, halk edebiyatını çok iyi bilirdi. İyi şairdi de. 
      Türk edebiyatının ilk devrimci gerçekçi hikâyeci ve romancısıdır. Türkiye’de orta sınıfların, köylünün, yoksulların hayatlarını bize ilk anlatan yazar Sabahattin Ali değildir. Ama bunu büyük bir ustalıkla, devrimci, halkçı ve gerçekçi bir görüşle yapan ilk hikâyecimiz, romancımız odur.
     Sabahattin Türk dünyasında bir okulun başıdır, başlangıcıdır. En usta Türk yazarlarından biridir. Trük edebiyatının halkçı, demokrat, antiemperyalist, sosyalist yazarları Sabahattin Ali ile onun sağlığında övündüler, ölümünden sonra da övünüyorlar ve övünecekler’’
    Büyük usta Nazım Hikmet, Sabahattin Ali’yi O’nun o zamanlar Çekoslovakya’da basılan İçimizdeki Şeytan kitabının önsözünde bu ifadeler ile anlatmıştı. Bundan yetmiş iki yıl önce, faili meçhul bırakılan bir cinayete kurban giden Sabahattin Ali ile övünenler sadece Nazım Hikmet’in dediği gibi Türk edebiyatının yazarları değil.  Rusça başta olmak üzere eserleri pek çok dile çevrilen Sabahattin Ali ile okurları da övünüyor. 
     Okurları, O’nu asla unutmuyorlar. Ünlü yazar ve şairi,  edebi kişiliğinin yanı sıra yumruklarına değil zekâsına güvenen,  gözlüklerinin arkasından insanlara dostça bakan bir insan olarak tanıyıp, seviyorlar. 2 Nisan 1948’de Kırklareli Sazara bölgesinde öldürülen Sabahattin Ali’yi, bugün büyük bir saygı ve vefa ile anıyorlar. O’nun anısını yaşatmak için eserlerine sahip çıkıyorlar. Hayatını anlatan gerçeklerin peşinden koşuyorlar. Zamanında Sabahattin Ali’nin maruz kaldığı iftiraları unutmuyorlar. Unutmakla da kalmayıp bu konuları araştırıyorlar. Gerçeklere, belge ve kaynaklara, bunlara yer verilen, kitaplara ulaşıyorlar. Herkesin ulaşması için de çabalıyorlar.
                                                      * * *
   Okurları, belki Sabahattin Ali’nin ölümünün ardından bıraktığı değerli eşi Aliye Ali ve kızı Filiz Ali kadar vefalı olamayabilir. Ama en az değerli ailesi kadar ülkenin büyük değerine karşı vefa örneği sergilemek istiyor. Bu istekleri ile Sabahattin Ali’ye karşı yapılan haksızlıkları, o ulaştıkları bilgiler doğrultusunda anlatmaya çalışırlar. Sabahattin Ali’nin, Konya’da bir ortaokulda Almanca öğretmenliği yaptığı sıralarda, okuduğu bir şiirde Mustafa Kemal Atatürk’e hakaret ettiği iddiasının gerçek olmadığını bilirler. Ve şunları da dile getirmek isterler;
         O dönemlerde Sabahattin Ali, Konya’da çıkan Yeni Anadolu adlı bir gazetede, başyazı ve şiir yazıyordu, roman tefrika ediyordu. Bu gazeteyi eski bir öğretmen olan Emin Soysalve tarihsel yazılarıyla tanınan Cemal Kutayçıkarıyordu. Her geçen değeri artan Kuyucaklı Yusuf romanı, bu gazetede parça parça yayımlanmaya başlamıştı. Romanın yirmi altıncı parçası çıktığı sıralarda, Sabahattin Ali ve gazete sahipleri arasında bir anlaşmazlık yaşanır. Gazete, bir milli eğitim müfettişine karşı kampanya açmıştı. Sabahattin Ali, bu duruma karşı çıkmıştı. Bundan dolayı Konya Öğretmenler Birliği’ne bir yazı göndermişti. Gazeteyi çıkaranları bu davranışlarından dolayı kınamıştı. Kuyucaklı Yusuf’un bitmesini beklemeden gazete ile ilişkisini kesmişti. Gazete sahipleri bu yüzden, Sabahattin Ali’ye kızıp ondan çok çirkin bir biçimde öç almak istediler. Sabahattin Ali’nin, gazetede yayımlanmayan şiirlerinin birinin üzerinde değişiklik yaparlar. Şiirde sanki Sabahattin Ali’nin Atatürk’e saldırmış gibi algılanmasını sağlayacak biçime sokarak savcılığa iletirler. Uydurma bir tanık bulup, bu şiiri Sabahattin Ali’nin, aylar öncesinde bir toplantıda okuduğunu bildirirler.
       Uğradığı iftira karşı Sabahattin Ali şöyle yanıt verir: ‘’ Sayın Savcı Bey, bu bir iftiradır. Ben bu şiirimde asla Gazi Hazretlerini hedef almadım. İçkili zamanımda da ağzımdan böyle bir söz kaçırmış değilim. Aramın açıldığı iki kişi bu işi başıma açtılar. Adı geçen bu insanların ne maksatla beni suçlamak istediklerini bilmiyorum. Onların tanıklığı benim için geçerli değildir. Gazi Hazretlerine karşı halkı kışkırttığımı da asla kayıtlayamazlar. Bu iddia tümüyle gerçek dışıdır.’’
       Savcı, çok hassas bir konu olduğu için Sabahattin Ali’yi bırakmaz. Söz konusu Gazi olduğu için kovuşturma açması gerekiyordu. Ve Sabahattin Ali tutuklanır. Duruşma 7 Ocak 1933 günü başlar. Kendisini çok iyi savunmasına rağmen Asliye Ceza Mahkemesi, Sabahattin Ali’yi bir yıla mahkûm eder. 29 Ekim 1933 yılında Cumhuriyet’in Onuncu Yıl Dönümü dolasıyla, Meclis bir af yasasını kabul eder. Sabahattin Ali’de özgürlüğüne kavuşur. 
    Okurları, Sabahattin Ali’nin haksız olduğu zaman başını eğmesini bildiğini, ama haklı olduğu zaman alnı yukarıda bağıran ve hakkını her ne pahasına olursa olsun savunan bir adam olduğunu unutmaz. Kendilerinin de onun gibi haksızlığa uğradıkça ve bu haksızlık düzelmedikçe susmayan hür vatandaşlar olduklarını gösterirler. Bu bağlamda ünlü şair ve yazarın, öldürülüşünün yetmiş ikinci yılında bütün bunları anlatma ihtiyacı duyarlar.
     Düşüncelerini yılmadan savunan, Türk edebiyatına dünya dillerine çevrilen seçkin örnekler veren, ülkesi için özgürlük ve çağdaşlık isteyen, bunların düşüyle yaşayan, bunun da bedeli olarak hapishane ve sürgünlerle geçen yaşamın ardından Istranca ormanlarında öldürülen Sabahattin Ali’yi, anan okurları , herkese umut dolu sağlıklı yarınlar diler. 

Kaynaklar: Hıfzı Topuz, Başın Öne Eğilmesin Sabahattin Ali’nin Romanı
                    Yapı Kredi Yayınları, Sabahattin Ali Mahkemelerde