Kaan Arslanoğlu yazdı:
İlk gençlik yıllarımın ilk büyük düş kırıklığı Batı insanının aptallığını, bencilliğini keşfetmemle ortaya çıktı. Çocukken mutlu ve umutluydum. Çevremde bir yığın enayilik, gerilik görüyor, ama Avrupa ülkeleri ya da Amerika gibi kalkındığımızda bunların ortadan kalkacağını düşlüyordum. Batı insanı zengindi, eğitimliydi, o yüzden uygardı ve uygar insan da doğal olarak iyi insandı. Biraz okuyup daha nesnel gözlemlediğimde acı gerçekle karşılaştım.
Bu kez başka bir ütopyaya sarıldım. Sosyalist insan dünyanın en gelişmiş insanıydı. İkinci büyük ütopyam daha Sovyetler dağılmadan, sosyalist ülke insanlarının ve sosyalistlerin gerçek niteliğini anlamamla çöktü.
Sonra Marksizme daha bir sıkı sarıldım. Deliler gibi okumayı ve okuduklarımı nesnel olarak tartmayı on yıllarca sürdürdüm. Pek çok Marksist dindar gibi Marksizme toz kondurmamayı uzun süre başardım; yapılan yanlışlar Marksizmin kabahati değil, onu anlamamanın sonucudur diye dua etmeye devam ettim. Sonunda tüm görmeme çabalarıma rağmen Marx’ın ve ondan sonraki birbirine taban tabana zıt yüzlerce Marksist akımın hiçbir işe yaramadığını görmek zorunda kaldım. Önermelerinin çoğu boş ve geçersizdi, hayat bu önermeleri çöpe atmıştı.
Baktım ki, insan bu… Mal bu… malzeme bu… Evrimle geldiğimiz nokta buraya kadar. İyiler var, kötüler var; iyi yönlerimiz var, kötü yönlerimiz var. Her ne kadar kötülüğümüz belirgin oranda baskınsa da aklımızı kullanır, çok çaba harcar, bir yolunu bulur, belki “iyiyi” daha güçlü hale getirebiliriz diye düşündüm, çalıştım, didindim durdum.
Diyordum ki, sessiz çoğunluğun içindeki cevher bir gün ortaya çıkacak… Susanların bağırlarındaki sevgi, beyinlerindeki zeka bir gün kendini gösterecek.
Sosyal medya bu son beklentimi, en son kalemi, yeniden kurmaya çalıştığım son ütopyamı da yıktı, paramparça edip ezdi.
Yazmayanların, konuşmayanların, fikir belirtmeyenlerin bir gizil güç taşıdığını, bir bilgi birikimi ve akıl sahibi olduklarını hayal edebiliyorduk geçmişte.
Şimdi herkes konuşuyor, herkes fikir belirtiyor. Yarattıkları hava… Topla neyin varsa, çek git bu yaşamdan duygusu veriyor.
Bu kadar mı akıl süzgecinden geçirmeden bir şeyler iddia eder, bir şeyler ifşa eder insanlar! Çoğu da okul üniversite görmüş, hatta doktor, mühendis, akademisyen unvanlı tipler… İki kamp da birbirinden beter. Yalanın haddi hesabı yok. En temel mantık hak getire. Türkçe ve imlayı zaten arama. Büyük büyük gazeteciler uydurma haber yapıyor. Hemen o anda, saniyesinde bir şeyler yumurtluyor, yüz binlerce kişi bunları oradan oraya yayıyor. Sahte resim koyma, karşı tarafı sıvamak için uydurma yazı yapıştırma, tarihleri, ülkeleri, yerleri kasten birbirine karıştırma… Bir yanlıştan yola çıkıp tüm genele küfretme… Faşizm boyutunda tarafgirlik, samimiyetsizlik, nesnelliğin katli… Kendini eleştiriden iğrendirici boyutta uzaklık… Yarış halinde.
İnanın bir köy kahvesinde bu kadar salakça konuşamaz, bu kadar rahat yalan söyleyemezsiniz. Birincisinde olmasa ikincisinde silleyi, yumruğu yersiniz.
teyit.org diye bir site var. Buna benzer birkaç yayın daha var. Medya ve sosyal medya yalan ve yanlışlarını düzeltmeye çalışıyorlar. Tavsiye ederim, girin ve rezaletin boyutunu görün. Canla başla çalışsalar da bu kadar yalan, yanlış ve salaklıkla baş etmeleri mümkün değil. On beş tane teyit.org gelse baş etmeleri mümkün değil. Hadi yalanları gösterdiler diyelim, yüzbinlerce paylaşım içinde yüz binlerce mantık hatasını nasıl düzeltecekler?
Eğer kitleniz buysa… İster iktidar olun, ister muhalefet, isterse Türkiye’deki gibi ikisini birden aynı anda olun. Neye yarar!
Diyeceksiniz ki, sosyal medya böyle… Böyle olduğu için daha erdemli ve akıllı olanlar kendilerini sosyal medyanın dışında tutuyor. En sonuncunun en sonuncu hayalimiz! Doğru mu peki! Kesinlikle hayır.
Seçim sonuçları bunun böyle olmadığını zaten gösteriyor. Ama onunla yetinmiyor, arada sondajlar yapıyoruz sosyal medya dışına. Bazı insanlarla iletişime geçiyor, fikirlerini soruyoruz. Tablo aynı.
SONUÇ: Vallahi şaka yapmıyorum, en iyisi eski günlere geri dönmek. Toplum sağcılar ve solcular diye ikiye ayrılmıştı. Sağcılar sağcıları, solcular solcuları “iyi insan” görürdü. Sağcılığın da solculuğun da kalıpları belliydi, dört beş çeşidi vardı sadece, kim hangi model, anlamak gayet kolaydı. O kalıptakilere göre aynı kalıptakiler mükemmel fikirli, müthiş insanlardı.
Durum basitti, fikirler üç beş cümleyle özetlenebilecek kadar açıktı. O insanların ve o fikirlerin ihtişamı üstünden sonsuza dek hayal kurmak serbestti.
Haberler böyle tipi gibi yağmadığı için üstümüze, her haber değerliydi. Fikirler ishal olmuş her yanı batırmadığı için ciddiye alınıyordu. Şimdi haber ve fikir deryasında akıl yokluğumuzla kahroluyoruz.
Fazla konuşmamak erdemdi, yapılan işe bakılırdı. Bilmediği, uzmanı olmadığı konuda yazmak ise düpedüz çılgınlık kabul edilirdi. Her konuda bir fikir belirtmek ayıplanan bir manyaklıktı.
Böyle bir ortamın entelektüel erdemi kuşkusuz çok daha yüksek düzeydeydi ve susan, az fikir söyleyen, daha çok okumayı yeğleyen, ondan ötesi iş yapmayı öne çıkaran insanlara ilişkin iyicil düşler geliştirmek çok daha kolaydı.
Şu andaki duruma illa politik bir ad bulmak gerekirse: Ruhsal bağırsakların bir mezbahadaki gibi her yerde patladığı, hiçbir dönemle kıyaslanamayacak ölçüde yaygın “sıradan faşizm epidemisi” diyebiliriz.