Prof. Kuçuradi, şöyle diyor: 

“Bizde gördüğüm en önemli sorunlardan biri, her alanda yapılan işlerin düzeyinin gitgide düşmesidir. Yaptıkları işinin sorumluluğunu taşımıyor insanlar. Neden bu kadar bina durduğu yerde yıkılıyor? Neden bu kadar çok yangın oluyor? Bunlar, bize özgü nedenlerden başka, çağımızın bir sorununun bizdeki yansımaları gibi görünüyor. Kastettiğim de postmodernizmdir”

50 yıllık felsefe hocası Prof. Dr. İoanna Kuçuradi‘nin derslerinde hastalık durumu hariç su içmek yasak. Prof. Kuçuradi, bu durumu şöyle izah ediyor:

“40 dakika boyunca susuzluğa dayanmayı, ihtiyacın karşılanmasını geciktirmeyi öğrenmeliler. Benim kendi deneyim ve gözlemlerine göre şiddetin en temel nedeni kendini tutmayı öğrenmemiş olarak görünüyor. Buna ise çocuklarımızın eğitiminde yanlış olan bir özgürlük anlayışının, benim ‘özgürlükçülük’ dediğim anlayışın önemli bir rol oynadığını düşünüyorum”

Prof. Kuçuradi, cinayet masasında çalışan bir polis öğrencisinin, cinayet işleyenlerin birçoğunun ‘o anda ne yaptığımı hatırlamıyorum’ dediklerini aktardığını söylüyor. Bu iddia, polise göre de Prof. Kuçuradiye‘ye göre de büyük olasılıkla doğru. Kendine hakim olmayı, kendini tutmayı, ihtiyacı geciktirmeyi küçük yaşlarda öğrenmenin, kişiyi “insanlanlaştıran” eğitim almanın şiddeti azaltacağına inanan Türkiye Felsefe Kurumu Başkanı, Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. İoanna Kuçuradi ile “kötülük” teması üzerine konuştuk.

Kötülük konusunu irdelemek istiyoruz sizinle. İnsanın varoluşundan bu yana kötülük de iyilik de var kuşkusuz. Kötülüğü siz nasıl tanımlarsınız?

Yaygın kullanılma biçimlerine bakılırsa, ‘iyi’ ve ‘kötü’, belirli bir grupta geçerli olan değer yargılarının yüklemleridir. Örneğin birisi bir davranışa ‘iyi’ diyorsa, bu kelimeden anlayabileceğimiz şey, onun o davranışı tasvip ettiğidir; ‘kötü’ diyorsa, onu tasvip etmediğidir. Ne var ki birbirine öyle ters şeylere ‘iyi’ ya da ‘kötü’ diyor insanlar. Hatta aynı davranışa kimileri ‘iyi’, kimileri ‘kötü’ diyor. Her gün gördüğümüz şeylerdir bunlar.

Felsefe tarihinde de bu konuda birbirinin tersini söyleyen görüşler vardır. İyinin ve kötünün göreli olduğunu söyleyen görüşler olduğu gibi, ‘iyi’nin “mutlak” olduğunu, hatta baş değer olduğunu ileri süren görüşler de vardır. Benim bildiğim Batı dillerinde, Türkçede genellikle ‘kötü’ kelimesiyle karşılanan birkaç kelime var  Almancada das Böse ve schlecht; Fransızcada le mal, mauvais ve mechant; İngilizcede de bad ve evil kelimeleri. Bunları ayırdedebilmek için, le mal, das Böse, evil, méchanceté’ kelimelerini ‘kötülük’ ile; ‘schlecht’, ‘mauvais’, ‘bad’ kelimelerini de ‘fena’ ile karşılıyorum. Ancak bu ince anlam farkları, bugün neredeyse ortadan kalktı. Bana sorarsanız, ‘kötü’, insanlara zarar veren herşeyi nitelendirecek bir sıfattır. Bu zararı insanlar bile bile ya da farkında olmadan, bilgisizlikten, başkalarına veriyor, hatta “iyi niyet”le verebiliyor. Başlıca nedenleri korku ve kendini tutamama/kendine hakim olamama gibi psişik oluşumlar olsa gerek.

KÖTÜ DEĞİL DEĞERLER CAHİLİ

 İnsanları iyi kötü diye ayıran temel değerler neler size göre?

Ben insanları iyi ve kötü şeklinde ayırmamak gerektiğini düşünüyorum. “Etik değer ve değerler cahili” insanlar ile “etik değer bilgisine göre eyleyen/yaşayan insanlar” demeyi yeğlerim. Her insanın kafasının bir yerlerinde “iyi” yaşamak, insanca yaşamak özlemi olduğunu düşünüyorum. Ama büyük çoğunluk bunun, dar ya da geniş çevremizin veya çağımızın sunduğu “iyi yaşam” imgelerine göre – günümüzde önemli ölçüde görsel medyanın sunduğu “iyi yaşam” örneklerine uygun – yaşamak  olarak anlıyor. Ve bir insanda yaptığı yapılmaması gerekenlerin oluşturduğu bir kambur oluşunca, o insan ayakta durabilmek/kendi gözünde sıfırlanmamak için, bu kamburunu savunmak zorunda kalıyor. Bunun istisnaları yok değil. Ama artık yapılabilecek bir şey olmuyor. İnsan olmaya yakışırcasına yaşamak isteyen bir insan ilk önce kendini değer bilgisiyle donatmalı ki, bu bilgi kafasına sokulan kültürel değer yargılarını değerlendirebilsin ve korkularını yenebilsin.

ŞİDDET ÖĞRENİLİYOR

İntihar eden genç kızın, vefat eden kanser hastası genç kızın yazılanları görmüşsünüzdür. 15 yaşındaki iklim savaşçısı Greta Thunberg’in bir proje olduğu söylendi. Yerde yatan bir köpeğe tekme savurarak ilerleyen ve kameralara takılan genç erkeklerden tutun da şiddet gören kadın için ‘o saatte orada ne işi vardı’ diyen siyasetçiye kadar. Kötülük işte bu dediğimiz örnekler çoğaltılabilir… Siz bu vakaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Verdiğiniz örneklerin çoğu, kültürel değer yargılarıyla yapılan değerlendirmeler, benim “değer biçmeler” dediğim ezbere değerlendirmeler gibi görünüyor. Ama hepsi şiddet örnekleri. Dünyamızdaki etik değer bilgisi eksikliğinin tipik bir örneği, 2019 Dünya Felsefe Günü mesajımda verdiğim örnektir. Bir öğrencimin anlattığına göre, Berlin’de yapılan “Robotlar Etiği” konusunda bir toplantıda tartışılan en önemli konu, robotlar için “etiklerden hangisinin seçileceği”ydi. Böyle bir konuyu tartışmak, değerler ile değer yargıları farkının bilinmediğini gösteriyor. Şiddetle savaşabilmek için şiddet konusunda genel araştırmalar olduğu kadar, daha özel araştırmalar  – örneğin şiddet suçları işlemiş, yalnızca öldürmeyip öldürdükten sonra cesedi parçalamış, cezaevlerindeki insanlar üzerine araştırmalar –  yapmak ve bunları eğitimde gözönüne almak gerekir.

Genel bir araştırmanın sonuçlarını yıllarca önce Montréal’deki bir konferansta dinlemiştim. Belki hatırlayacaksınız: Montréal Üniversitesinde bir erkek öğrenci 14 kız öğrenciyi öldürmüş, sonra da intihar etmişti. Bu olaydan sonra, oradaki bir meslekdaşım şiddet üzerine uluslararası bir konferans düzenledi. Konuşmacılardan biri de Fransız biolog Karli idi. Benim yönettiğim oturumda yaptığı konuşmada Karli, ekibinin şiddetle ilgili 10 yıllık bir araştırmasını ve sonuçlarını sunmuştu. Bu sonuçlara göre şiddetin öğrenilen bir davranış biçimi olduğunu söyledi. Eğer Karli’nin dediği doğru ise, şiddet uygun eğitimle önlenebilir demektir. Ama ülkemizin ve dünyamızın bugünkü durumunda, bunun için biraz uzun vadeli önlemler almak gerekir.

Bu konuda en önemli önlemlerden biri, çocuklarımızın eğitiminde – bugün yapıldığı gibi – yalnızca bilgisel yeteneklerini geliştirmekle yetinmemek, etik yeteneklerini de geliştirmelerine yardımcı olmak, ama bunu onlara ilgili bilgisel donanımı sağlamakla yapmak.

“Değerler eğitimi”ni, Türkiye Felsefe Kurumu, Talim ve Terbiye Kurulu’nun işbirliğiyle yaptığımız bir toplantıda önermişti. Daha sonra gerekli hazırlık yapıldı, ama son dakikada konu amacından saptı. Değer yargıları ile değerlerin farkını bilmeyenler, nasıl “değerler eğitimi” yapabilir ki! Yanlışları yanlışlarla “düzeltmeye” kalkışınca, işlerin içinden daha zor çıkılır.

KİŞİ BOYUNU BİLMELİ!

Mutlu özel ve sosyal hayatı olup da muhatabına (eş, iş arkadaşı ya da arkadaş) kötülük yaptığının farkına bile varmayan o kadar çok insan var ki… Kötülüğü bir sarhoşluk gibi mi yaşıyor bazı insanlar? Bu farkındalık nasıl sağlanır sizce? Kişinin kendini bilmesi mümkün mü?

Sokrates’in bu sözü çok önemli. “Kötülük” yapanların, insanlara zarar verenlerin çoğu ne yaptıklarının farkında değil, bazıları kendini tutamıyor. Farkında olmayanların bir kısmı arkadan farkına varıyor, ama o zaman da iş işten geçmiş oluyor, ya da kaybedecekleri bir şey olmadığı için “profesyonel” katil olabiliyor.

Cinayet masasında çalışan bir polis öğrencim, cinayet işlemiş insanların çoğu o anı hatırlayamadıklarını söylediklerini söylemişti. Bu, söyleyenlerin çoğu için doğrudur da. Bunun doğru olduğunu düşündüren bir şey de, kişilerin birini öldürdükten sonra intihar etmeleri. Bunların çoğu, kişilerin kendilerini tutamamalarının/kendilerine hakim olamamalarının örnekleridir. Bunun için çocuklarımızın eğitiminde kendilerini tutmayı öğrenmeleri son derece yararlı olur. Özgürleştiren eğitim ile “özgürlükçü eğitim” dediğimin farkının farkında olmamız gerekir. Bu farkındalık, uygun bir eğitimle çeşitli derecelerde sağlanabileceğini düşünüyorum. Çocukları bu konuda eğitirken, yaşayan insanlardan örnekler gösterebilmek çok önemli. Başta öğretmen, kendisi bunun örneği olabilmeli.

Bu kendini tutabilme, kişinin kendini bilmesini çeşitli derecelerde mümkün kılar, yani neleri yapabileceğininneleri yapamayacağının farkına varmasını sağlar, kişilere kendilerini kendileri hakkında kandırmamaya yardımcı olur. Eğitimde kişilere kendileriyle ilişkilerinde kendilerini bilmeye ve doğru değerlendirmeler yapabilme yolunu öğrenmeye yardım etmeli. Her kişi kendi boyunu bilmeli ve o anda boyunu aşan bir iş yapmak istiyorsa, önce boyunu uzatmaya çalışmalı. Etrafımızda boyunun kaldıramadığı işlere girişenler o kadar çok ki! Bu da insanları oportünizme götürüyor.

ŞİDDETİ FRENLEMEK İÇİN…


İnsanlara zarar veren insanların birçoğu, yaptıklarının yapılması gerekenler olduğuna inanıyor: “gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım” anlayışı. Nürenberg Mahkemesinde, kilisenin kapısını açmayarak insanların yanmasına neden olan gardiyan, kendini savunurken, “benim görevim onları kaçırmamaktı” diyor ve buna inanıyor. Bu türlü tutumlar, değer bilgisizliğini gösteriyor. Bunun için etik değer bilgisini ve insan hakları bilgisini çocuklarımıza küçük yaşlardan başlayarak vermek gerekiyor. Etik değer konuları üzerinde düşündürülmeye çok açıktır çocuklar – en azından büyüklerin çoğundan daha açıktır.

Gardiyanın örneği, Sokrates’in “kimse isteyerek kötü olmaz” sözüne tipik örnektir. Değer sorunları üzerinde düşündüren örgün ve yaygın eğitime ağırlık vermemiz gerekiyor. Görsel medyada çalışanları da bu konularda eğitmek gerekir. Dünyamızda gitgide artan ve akıl almaz görünümlerle karşımıza çıkan şiddetin biraz frenlenmesi bu şekilde mümkün olur belki.

ŞİDDETİ MARİFET SAYMAYA KARŞI SAVAŞMALIYIZ

Toplumumuza baktığınızda iyilik ve kötülükte neredeyiz? Arttı mı kötülük? yoksa ön planda mı? Nereye doğru gidiyoruz sizce?

Şiddet bizde de çok arttı. İnsanların birçoğu kendilerini – yani hırslarını – tatmin etmek için hiçbir sınır tanımadan eylemde bulunabiliyor. Kimisi ne yaptığının farkında olmadığından, kimisi de kendine hakim olamadığından yapıyor yaptığını – kendisine ve başkalarına zarar veren eylemleri. Ben 50 yıldır hocalık yapan bir insan olarak, kişileri “insanlaştıran” bir eğitimle  – ve bu ‘insanlaştırma’nın ne demek olduğunun kafamızda açık olması şartıyla –  önemli sonuçlar alınabildiğini biliyorum. Ama böyle bir eğitimi, devletin eğitim politikasının ana amacı – en azından ana amaçlarından biri –  olarak koymak gerekiyor.

Yalnızlıkla kötülük arasında bir ilişki var mı? Ya da kötülüğü besleyen etmenler neler? Neden kötülük yaparız?

Yalnızlık ile kötülük arasında zorunlu bir ilişki görmüyorum. Kötüyü ençok besleyen, “kötü” örnekler olsa gerek. Kötülüğü  – yani zarar vermeyi – de insanlar birbirinden öğreniyor. Kötülüğü besleyen, korku, kendini tutamama, bize öğretilen “çıkarlarımızı korumak” gerektiği anlayışı gibi şeylerdir. İnsanlara zarar vermeyi sıradanlaştıran ise, yaşamdaki örnekler ve filmlerdir. Bazı filmlerin neden çevirildiğini anlıyamıyorum. Şiddeti marifet saymaya karşı savaşmak gerekir.

BASİRETLİ SİYASET İNSANI…


Siyaset ve kötülük konusunda neler söylersiniz? Devleti yönetenlerin kötülüğü aynı anda birden fazla insanı etkiliyor.

Bu söylediğiniz, değer bilgisi eksikliğinin siyasete yansıması olarak görülebilir, siyasetin, bir insansal etkinlik olarak iç amacından uzaklaşması olarak. Siyaset nasıl bir insansal etkinliktir? Niçin’i nedir? Siyaset, devletin örgütlenmesi ve yönetilmesiyle ilgili bir etkinlik ise, ‘devlet’ dediğimiz kurumun niçin’inin farkında olmak gerekir.

Eğer devlet “hukuksal bir insan kurumu” ise ve amaçları a) grup halinde, insanlar arasındaki şu veya bu şekilde kendiliğinden kurulan toplumsal ilişkileri – haködev ya da rol ilişkilerini –  hukuk ilişkilerine, adalete dayanan ilişkilere çevirmek ve b) kamuyu, yani bir grupta herkesin ve herbirinin olan herşeyi düzenleyip işletmek ise; hukuksal bir insan kurumu olarak devletin, yani amacına uygun kurulan ve işleyen bir devletin bugün iki ana işlevinden söz edilebileceğini düşünüyorum: Yurttaşlarının temel/insan haklarını güvence altına almak ve yaşanabilmelerini sağlamak. Bu da, siyaset bu amaçları gerçekleştiren insansal etkinliktir, demektir. Başka şekilde yapılan siyaset, bu insansal etkinliğin iç amacından saptırılmasıdır.  Bu söylediğim, insana özgü bütün etkinlikler için söz konusudur. Basiretli bir siyaset insanı, değer yargılarıyla değil, değer bilgisiyle değerlendirmeler yapabilen bir insandır.

 50 yıllık hoca olarak sizin de şaşırdığınız, ‘Nasıl bu kadar kötü olabiliyorsunuz’ dediğiniz şeyler var mı? Biraz örnek verebilir misiniz?

Bazı insanların bazı yaptıklarını anlayamıyorum, ama olgusal olarak önümde duruyor. İnsanların herşeyi yapabileceğini düşündüğüm halde, yine de “bir insan bunu nasıl yapar?” diyebiliyorum. Bir insanın bir insanı öldürdükten sonra parça parça etmesini, bir köpeği arabasının arkasına bağlayıp sürüklemesini, şu veya bu çıkarından ya da hırsından dolayı başkasına iftira atmasını, aynı gün farklı şehirlerde rastgele insan öldürmesini, bir çocuğa tecavüz ettikten sonra öldürmesini anlayamıyorum. Dinlediğim bazı işkencelerin nasıl akla geldiğini de anlayamıyorum. Ama anlamasam da, olgusal olarak karşımda durduğu için, bunlar karşısında eğitimde ne yapmak ve bunu nasıl yapmak gerektiğine kafa yoruyorum.

TOPLUMDA DÜZEY GİDEREK DÜŞÜYOR

Kötülüğü bir kenara bırakacak olursak, toplumumuzun size göre en önemli sorunu şu anda ne? Herkes durduğu yerden bir çıkarım yapıyor…

Bizde gördüğüm en önemli sorunlardan biri, her alanda yapılan işlerin düzeyinin gitgide düşmesidir. Yaptıkları işinin sorumluluğunu taşımıyor insanlar. Neden bu kadar bina durduğu yerde yıkılıyor? Neden bu kadar çok yangın oluyor?

Bunlar, bize özgü nedenlerden başka, çağımızın bir sorununun bizdeki yansımaları gibi görünüyor. Kastettiğim de postmodernizmdir. Postmodernizmi ben, bir yanlışı başka bir yanlışla düzeltmeye kalkışma olarak görüyorum. Epistemolojide “objenin yitirilişi” dediğim sorun, birçok insana çok çekici görünen “bütün görüşlerin v.b. eşdeğerliliği”, “ne olsa gider” anlayışı, çok övülen çoğulculuk, nerede söz konusu ve önemli olduğu, nerede ise söz konusu olamayacağı düşünülmeden demokrasi isteme, çıkarlara bilinçlibilinçsiz idealist bir kılıf geçirme v.b., bugünkü durumun nedenleri arasında görünüyor. Bunların elle tutulan sonuçları, yoksulluğun ve karamsarlığın artması, birçok insanımızın yaşadığı “çıkmaz” duygusunun yaygınlaşmasıdır. İnsanların robotlaştırılmasına, robotların ise insanlaştırılmasına çalışıldığı bir dönemde, kesintisiz bir değer ve insan hakları eğitimi, kısa vadede değilse de orta vadede, daha yaşanır bir dünyanın oluşmasına önemli katkılarda bulunabilir.