Atatürk, o günlerde bir akşam İtalyan Büyükelçisinin Ankara Palas'ta yemek yemekte olduğunu duyunca, onun yanındaki masayı kendisine hazırlamalarını emretti ve birkaç dakika sonra oraya gitti. Büyükelçi ile selamlaşıp yerine oturdu fırsatı kaçırmada herkesin duyması için tercüman aracılığı ile yüksek sesle ona hitap etti:
Antalya'yı istiyormuşsunuz. Antalya, bizim İtalya'daki elçimizin cebinde değil ki, çıkarıp size versin. Antalya buradadır, Anadolu'da? Niçin gelip almıyorsunuz? Ekselans Duce'ye( Mussolini'ye) bir teklifim var:
Ordusunu göndersin, dövüşelim. Kim kazanırsa Antalya onun olur.
Büyükelçi:
Bu bir savaş ilanımı ekselans? diye sordu.
Hayır. Ben burada herhangi bir vatandaş gibi konuşuyorum. Türkiye adına savaş ilanına sadece Türkiye Büyük Millet Meclisi yetkilidir. Ama şunu da hatırlatayım: Büyük Millet Meclisi, zamanı gelince, benim gibi basit yurttaşların duygularını da göz önüne alır.
Büyükelçi yemeğini bitirmişti. Atatürk'ü selamlayıp, tek kelime söylemeden Ankara Palas'ı terk etti.
Mussolini'nin hala aynı saçmalıklara devam ettiği görülmekte idi. Sanki, Atatürk'ün o sözlerine cevap vermek istiyormuşçasına, Rodos Adasına asker yığmaya başladı.
Birkaç ay sonra da İtalyan Büyükelçisi, Cumhurbaşkanımızla görüşmek üzere randevu istedi. Belki hükümetinin bir notasını, bir ültimatomunu O'na vermek niyetinde idi.
Atatürk, elçiyi günlük kostümü ile kabul etti.
Fakat, daha onun konuşmasına fırsat bırakmadan :
Bana on dakika müsaade etmenizi rica ederim, diyerek yandaki odaya geçti.
On dakika sonra Atatürk, Mareşal üniformasını ve çizmelerini giymiş olarak elçinin yanına döndü ve:
Buyurun, şimdi sizi dinliyorum, dedi.
İtalyan büyükelçisi, afallamış gözlerle O'na baktıktan sonra, kekeleye kekeleye şunları söyleyebildi:
Ekselanslarına, Duce'nin selamlarını ve iyi dileklerini takdim etmek için rahatsız etmiştim.
Başka tek laf etmeden çıktı, gitti.
Ertesi gün Mussolini, Rodos'daki askerlerini geri çekmiş bir daha da Antalya'nın adını ağzına almamıştır.