Bu ülke 12 yıl durmaksızın savaşmış, Büyük Taarruz için bir yıl hazırlık yapmış ve son şansını kullanmış. Böyle bir durumda yapılabilecek en iyi antlaşma yapıldı. Kaldı ki daha sonra Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile boğazlarla ve Hatay’a ilişkin atılan adımlarla eksikler de giderildi.

UĞURCAN YARDIMOĞLU

Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi İlkin Başar Özal ile, 1. Dünya Savaşı üzerine yaptığımız söyleşimizin sonuna geldik.... Bugünkü konumuz ittifaklar. Bugün Lozan Antlaşması’nın önemi üzerinde duracağız.

  • Osmanlı Devleti’nin savaş çabasını nasıl değerlendirirsiniz? Ordumuzun askeri performansı nasıldı?

İngilizler, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’dan çektikleri kadar tarihlerinde kimseden çekmemişlerdir. Nedeni de şu: Yaklaşık 16 ay içerisinde İngilizleri dört farklı savaş türünde dört kez yenilgiye uğrattık. Donanmalarını Çanakkale Boğazı’nda batırdık. Çanakkale’deki siper savaşını kazandık. IrakBasra Cephesi’nde hem Selmanı Pak Meydan Muharebesi’ni kazandık, hem de Kutü’lAmare’deki kuşatmada İngilizlerin 13.500’e yakın askerlerini esir ettik. Bakın 1916’da Kutü’lAmare kuşatmasında bizim kazanmamız ne demek biliyor musunuz? İngilizlerin bu yoğunlukta en son teslim olmaları 1781 Yorktown’dadır. 9 bin 500 kişiyle Cornwallis teslim olur. 1781’den 1916’ya kadar İngilizler teslim olmamasıyla övündükleri bir orduya sahipler. Ama Osmanlı onları darmadağın etti... Dört savaşta dört kez yenilgiye uğratıyoruz ve savaşın sonunda adamların Osmanlı’ya karşı böyle takındıkları tavrı anlaşılır karşılamak lazım. Kendini süper güç olarak gören İngiltere, karşısındaki hasta adama bir öyle vuruyor, bir böyle vuruyor; ama muvaffak olamıyor. Aslında Osmanlı dünyaya İngilizlerin yenilebilir olduğunu göstermiştir. Hem de o yenilemez kabul edilen donanmasını bile hallaç pamuğu gibi atarak... 

ÇANAKKALE’DE İSTANBUL SAVAŞIYOR

  • Çanakkale’deki direnişimizin dünya savaşındaki özel rolü nedir?

Osmanlı Harp Mecmuası, biliyorsunuz propaganda amaçlı çıkarılmıştır. Derginin bütün cephelerde motivasyonu arttırmak için en fazla kullandığı malzeme Çanakkale Zaferi’dir. Çünkü Çanakkale, Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’nda kayda değer, bugüne kadar gelmiş en önemli zaferidir. Her şey onun üzerine kurgulanır. Aslında Çanakkale’de sadece Çanakkale savaşmıyor, İstanbul savaşıyor. Osmanlı’nın “son nokta harbi” olarak yaptığı mücadeledir. Bakın Sarıkamış’ı kaybedebilirsiniz ki bir kısmı gitti, sonra geri aldık. Mısır’da kanalı ele geçiremeyebilirsiniz, Ortadoğu’da kaybettiniz. O zaman bir şey oldu mu? Tamam, toprak kaybettiniz ama Çanakkale’deki mücadeleyi kaybederseniz payitaht elden gidecek. Devletiniz yıkılacak. Bu nedenle “son nokta harbi” olarak tanımlıyorum. Genelde bizim gibi savaş ortamında kendini bambaşka bir kimliğe büründürebilen toplumlara bakarsanız, son nokta harplerini hep kazanmışlardır. Sakarya da böyledir. Sakarya’yı kaybettiğiniz anda her şeyi kaybedeceksiniz. O yüzden yedek subayların çok fazla kendini feda ettiklerini görürsünüz. Sakarya’da, “son nokta harbinde” düşman durdurulmuş, Büyük Taarruz ile de denize dökülmüştür.

KANALI ELE GEÇİRSEYDİK

  • Osmanlı cephelerinin savaşın genelini etkisi sadece Batı Cephesini rahatlatmakla ilgili olduğunu düşünenler var. Bu bakış açısına göre savaşta Osmanlı’nın tali bir rolü mü var?

Bu soruya iki farklı bakış açısından yaklaşmak lazım. Siz savaşın o cephelerinde mücadele etmiş olan bir ulusun ferdi olarak kendinizi görüyorsanız, doğal olarak kalkıp da kendi cephelerinize tali cephe demezsiniz. Almanlar ve İngilizler de “Esas mücadelenin sonuca varacağı yer Batı Cephesidir, geri kalanlar garnitür” diyorlar tabi. Ama Osmanlı cephelerine baktığımız zaman, Kafkaslarda mücadele ettiğiniz cephe eğer tali bir cephe konumunda olsaydı Bakü petrollerini ele geçirmek için kurulmuş olan Kafkasİslâm Ordusu karşısında birdenbire İngilizleri gördüğü gibi, Almanları da görmezdi. Irak’ta siz Almanlarla beraber savaşıyorsunuz, yukarıda Almanlara karşı savaşıyorsunuz... Yani bu aslında savaşın rengini gösteriyor. Dolayısıyla ben bizim mücadele ettiğimiz cephelerden hiçbirini tali olarak görmüyorum. Kanalı ele geçirseydiniz ne olacaktı? Hicaz’ın üzerindeki etkinliğinizi düşünün... Medine’de uzunca bir süre direndiniz, ya direnmeseydiniz? Irak’ta başlamış olan İngiliz saldırısını durdurdunuz, ya durdurmasaydınız, çok merak ediyorum ne olurdu? Momentumunu kaybetmeyen İngilizler, büyük ihtimalle kara üzerinden HindistanAkdeniz bağlantısını kurmuş olurdu.

Ve en önemlisi Çanakkale’yi kaybetseydiniz, Rusya’ya yardım gidecekti. Çanakkale direnişimiz oradaki devrim sürecini en azından hızlandırmak açısından bir katalizör olmuştur. Sonuç olarak ben onların hiçbirini tali bir cephe olarak görmüyorum. Aslında savaşın içerisindeki hiçbir şeyi tali olarak görmüyorum ben. Tekrar Çanakkale’ye bakalım, İstanbul elden gidecek, bu nasıl tali bir cephe olabilir? Koskoca ülkenin başkentini ele geçirmek için adam saldırıya geçmiş. İttifak Devletleri topu topu zaten üç tane devlet... Birini çökertecekti İtilaf güçleri. Sonra ne olacaktı? Bulgaristan İtilaf Devletlerinin yanında savaşa girecekti. AvusturyaMacaristan ve Almanya eğer İtilaf Devletleri Osmanlı’yı savaş dışı bıraksaydı tam bir kuşatma altına gireceklerdi.

ÇANAKKALE'DE DENİZALTILAR

Çanakkale muharebelerinde yoğun bir şekilde denizaltı faaliyeti görüyoruz. İngiliz donanmasına ait E11 denizaltının komutanı Nasmith çok önemli bir kaptan; üç kez Marmara’ya girip çıkmış. 94 parça Osmanlı deniz unsuru batırmayı başarmıştır. Hatta gelip Haydarpaşa ve Sirkeci iskelelerine saldırmış, oralarda gemi batırmış olan biri. Raporunda der ki, “Torpidolar pahalı ve sayısı çok az. Ben genelde gemileri ancak tuzağa düşürerek tahrip kalıbı ile imha etme çabası içerisine giriyorum.” 

Marmara Denizi, İtilaf denizaltı kaptanları için dost toprağının olmadığı bir yer. Yani bir ikmal yapabilmeleri imkansız. Marmara’ya girdiklerinde ellerindeki ile yetinmek zorunda kalıyorlar. Nasmith raporuna şöyle devam ediyor: “Güverte üzerine bir top yerleştirilebilir.” İngiliz donanma komutanlığı, isteği olumlu karşılıyor ve E11 ile bazı denizaltıların güvertesine top yerleştiriyorlar. Daha sonra Marmara’ya giren bu denizaltılar Bakırköy’deki tren istasyonu, Zeytinburnu’ndaki silah fabrikasını topla vurmaya başlıyorlar. Bu şekilde ikinci bir silaha sahip oluyorlar. Bu bir ilk... Üstelik Çanakkale Muharebeleri sırasında ortaya çıkan bu denizaltı dizaynı, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar temel tasarım olarak kalacaktır.

ZEHİRLİ GAZ SAVAŞI

Gaz saldırılarında ilk olarak kullanılan klordur. Ancak Almanların yaptığı klor gazı saldırılarından bir tanesinde bir İngiliz mühendis enteresan bir çözüm bulur. Askerlere şöyle der: “Klor gazını çözebilen amonyaktır. En yakın amonyak kaynağı da biziz. Hiç kimse idrarını boşa harcamasın, saklasın. İdrarınızı bezin üzerine dökün. Saldırı gerçekleştirilince ağzınıza koyun ve nefes alın. Böylece zehirlenmekten kurtulursunuz.” 

Hakikaten de gaz maskeleri ortaya çıkıncaya kadar böyle bir şey var ama sonra tabii hardal gazı geliyor. Hatta gazlar öyle bir noktaya geliyor ki artık saldırıdan sonra gaz gelip sizin siperinize yapışıyor yani “gaz bölüklerinin” yanında birde “gaz temizleme bölükleri” çıkıyor. Askerlerin elinde solüsyona batırılmış çuvallarla pat küt siperlerin içerisine vura vura o gazı yapıştığı yerden kurtarma çabası içerisine giriyorlar.

İLK 'DÜNYA SAVAŞI'

İnsanlığın 17501800 yılları arasında yaşadığı gelişmeler çok önemlidir. 17561763 arasındaki Yedi Yıl Savaşları, Prusya hariç savaşa katılanlar tarafından “Büyük Savaş” olarak anılır. Biliyorsunuz ki Birinci Dünya Savaşı da Büyük Savaş olarak bilinir. Sadece Prusya bu mücadele sürecine “Dünya Savaşı” olarak ad vermişlerdir. Yedi Yıl Savaşları, Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Avrupa’da yaşanmış; en çok katılımlı, en uzun süreli, Avrupa merkezli yaşanmasına rağmen sonuçları küresel boyutta olan bir savaştır. Kazanan tarafta olan İngiltere, kaybeden Fransa’nın elindeki Kanada ve Hindistan sömürgelerini alarak o üzerinde güneş batmayan imparatorluğa ilk büyük ciddi adımlarından bir tanesini atıyor.

ZAFERLER MORALLERİ YÜKSELTTİ

  • Denizaltıları anlatırken silah fabrikası ve istasyon vuruldu dediniz. Acaba bunun sivillere moral etkisi nasıl oldu?

Tabii ki çok büyük etkisi oluyor. İstanbul’da yaşayan birisi olarak düşünün, kendinizi Çanakkale’de askeriniz inanılmayacak şekilde direniş gösteriyor... Her gün oradan direniş ve zafer haberleri alıyorsunuz. Gazetelere manşet atılıyor; “Giremediler, edemediler, yapamadılar” diye. 25 Nisan’da AE2 kodlu Avustralya denizaltısı ilk kez Boğazdan gizlice geçiyor. Kısa bir süre sonra Sultanhisar torpido botumuz tarafından batırılacak, fakat düşünün donanmanın geçemediği askerinizin direndiği bir Çanakkale var. İstanbul’dasınız ve birden bire Haydarpaşa limanında bir denizaltı beliriyor ve sizi vurmaya başlıyor. Hatta Almanlar öyle tedirgin oluyorlar ki, Kızkulesi’ni yıkıp oraya antidenizaltı silahları yerleştirmeyi bile düşünüyorlar. Dolayısıyla moral etkisi tabii ki çok ters olacaktır. Ama bu negatif moral etkisi o kadar uzun sürmüyor. 

Bakın, Birinci Dünya Savaşı’nda harbe girerken belki de uzun süreli ve ağır bir propaganda yoluyla motive edilme ihtiyacı duyulmayan tek ordu ve toplum bizimkiydi. Neden mi? 191213 arasında yaşadığınız iki Balkan Harbinde sizden kısa süre önce ayrılmış olan devletlere karşı çok ağır yenilgiler aldınız. Trakya’da 1363 yılındaki sınırlarınıza yani 550 sene önceki sınırlarınıza geri döndünüz.İngiltere harbin başında o kadar emin ki, Osmanlı’nın kazanacağından “sonuç ne olursa olsun harita değişmeyecek” diyor. Ama Osmanlı ordusu Çatalca’ya kadar çekilince, yeniden çiziyorlar haritayı. Bu kayıp, ecdad toprağının kaybı olarak halkın hafızalarına kazınır. Atatürk’ün Arıburnu’ndaki raporlarında ve emirlerinde bu kaybın izlerini görürsünüz; “Balkan Harbi’nin alnımıza çalınmış kara lekesini silmek için savaşıyoruz” der. O yüzden sizin Haydarpaşa ve Sirkeci mevkiinde; bombaların patlaması, gemilerin batırılması, iskelelerin vurulması anlık bir negatif etki yaratacaktır. Çanakkale’de elde edilen zafer halkın direnişini daha da fazla güçlendiriyor, yani bu sefer olacak bu iş diyorlar.

Bu arada belirtmek istediğim bir husus var. Günümüzde bazı insanlar şöyle bir tavır takınıyorlar; “Çanakkale geçilmedi diyorsunuz, ama bak geçilmiş. Denizaltılar İstanbul’a kadar gelmişler.” Bakınız “geçmek” fiilini genel anlamıyla kullanırsanız doğrudur. Hatta ben daha da ileri giderek diyorum ki, “İtilaf devletleri günde üçdört defa Çanakkale’yi geçiyorlar.” Nasıl mı? Uçakla... Maydos ve Akbaş limanlarına kadar gidip saldırıp geri geliyorlar. Ancak “Çanakkale Geçilemez” söylemindeki “geçmek” fiili, askeri tahkimatları ele geçirmek anlamındadır. Böyle kelime oyunları ile bu zaferdeki ne bir komutanı, ne bir askeri, ne de varını yoğunu ortaya koymuş halkı itibarsızlaştırmaya kimsenin gücü yetmez. Çanakkale Zaferi, Mustafa Kemal ve silah arkadaşı ordu komutanlarının başarısı, Türk askerinin sarsılmaz kararlığı ve Milli Mücadelemizin önsözü olarak sonsuza dek anılacaktır.

BARIŞ ANLAŞMALARI

  • Barış anlaşmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Almanya ile imzalanan Versay Antlaşması’nın metni önüne geldiği zaman ABD Başkanı Wilson diyor ki “Bunu kim hazırladı?” Fransa Başbakanı Clamenceau diyor ki “Ben hazırladım.” Wilson bunun kolay kabul edilebilir bir şey olmadığını söylüyor. Fransızların cevabı da Almanların yaptıklarının da kolay kabul edilebilir olmadığını söylemek oluyor. Wilson şunu söylüyor: “Sayın Başbakan, hiç hayatınızda Almanya’ya gittiniz mi?” Clamenceau, “Hayır sayın Başkan, bu yaşıma kadar ben hiç Almanya’ya gitmedim. Ama Almanlar iki kere Fransa’ya geldi” diyor. Versay Antlaşması da bu anlayışla yazılmış ve Almanya’ya kabul ettirilmiştir. Anlaşmanın, Almanya’nın endüstriyel, askeri, hatta kültürel gelişmesine getirdiği kısıtlamalarını bir kenara bırakın, ekonomik olarak da onu çökertiyor. Mesela, savaş tazminatı konusundan örnek vereyim, ilk taksidi 1920’de ödenmek üzere hazırlanmış olan savaş tazminatı, eğer İkinci Dünya Savaşı yaşanmasaydı son taksidi 1980’de ödenecekti. 

Şimdi böyle bir yükümlülüğün altına Almanya’yı soktuktan sonra bakıyorlar ki bir şeyler ters gitmeye başlıyor. Almanya’da imparatorluk ortadan kalkar. Kayzer tahtını bırakıp Hollanda’ya gidiyor. Almanya’da bir cumhuriyet kurarlar. Bu kurulan Weimar Cumhuriyeti cılız bir demokrasiye dayalıdır. İçeride sürekli devrim ve karşıdevrim hareketleri yaşanır. Ayrıca Alman ordusunun gururu da kırılmış. Çünkü Alman ordusunun üçte biri, işgal altında tuttuğu topraklarda teslim olmuş. Yani askerler Belçika ve Fransa’nın kuzeyinde konuşlanmış durumdayken, birisi gelip onlara “Sen harbi kaybettin” diyor. Alman milletinin de onuru zedelenmiş ve moralleri bozulmuş. 

Savaş sırasında sadece şalgam yiyerek hayatta kadıkları bu nedenle de “Şalgam Kışı” diye adlandırılan çok kötü bir kış yaşarlar. Savaş sonrasında ekonomik kriz sürekli bir hal alır. Enflasyon almış başını gidiyor. 20 milyar marklık banknot basar adamlar. Yani odun almanıza gerek yok, parayı yakmak odun almaktan daha ucuza geliyor. Bir bavul dolusu parayla gidip ekmek alıyorlar. Sabahtan akşama ekmeğin fiyatı değişiyor.

AvusturyaMacaristan’la imza edilmiş olan Sen Germen Antlaşması AvusturyaMacaristan İmparatorluğu diye bir şey bırakmıyor. Bir kısım toprakları yeniden kurulması planlanan Polonya’ya veriliyor. Macaristan ayrılıyor, Triannon Antlaşması’nı imzalıyor. Romenler Transilvanya’yı alıyor. Çekoslovakya’ya da bağımsızlığı veriliyor.

Nöyyi Antlaşması ile Bulgaristan Batı Trakya’yı Yunanistan’a veriyor. Ege’yle bağlantısı kopuyor. Boğazlara mahkûm hale geliyor. Ama Boğazlar da Türklerin elinden alınmış ve Sevr ile uluslararası komisyona bırakılacak. Bulgarların bu Boğazları kullanması çok zor. Çünkü Boğazlar Komisyonu’nda Galip Devletler var. 

Bu arada Milletler Cemiyeti kurulmuş, kime hitap ettiği son derece açık. Hiçbir girişim çözüm üretmiyor aslında. Sevr de öyle. O da Osmanlı ülkesini paramparça eder; Doğu Trakya ve Batı Anadolu Yunanistan’dadır. Batı Anadolu’nun bir bölümü ve Akdeniz bölgesi, İtalyanlardadır. Doğu’da bir Ermenistan vardır. Aşağıda SykesPicot Antlaşması uyarınca paramparça edilmiş bir Ortadoğu vardır.

Ama Milli Mücadele sonrası Lozan’a baktığınız zaman, arada şöyle bir fark görüyorsunuz: Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda imzalanmış olan antlaşmalara baktığımızda yani Versay, Sen Germen, Neully, Triannon ve Sevr, masanın bir tarafında kazanan, bir tarafın da kaybeden oturur. Lozan’ın farkı şu: Masaya oturan iki taraf da galip! Bir taraf Birinci Dünya Savaşı’nın galibi, diğer taraf da Kurtuluş Savaşı’nın galibidir. Bunların birbirlerine karşı yüzde yüz üstünlük sağlayabilmelerini düşünmek zaten büyük hatadır. Bir tarafın elinde Sevr’in hafifletilmiş hali var, diğer tarafın elinde Misakı Milli. Taban tabana zıt metinler... Eğer uzlaşıya varmak amaçlanıyorsa bu karşılıklı taviz vermeden olmayacaktı. Bizim verdiğimiz taviz nedir? Hatay’dır, Boğazlarda uluslararası komisyondur... Ama bizim yaptığımız en akıllıca şey de şudur: Daha adı konmamış olan bir devletin dünya uluslararası siyasi platformda da resmen siyaseten ve hukuken tanınmasını sağlarız. Bu ülke 12 yıl durmaksızın savaşmış, Büyük Taarruz için bir yıl hazırlık yapmış ve son şansını kullanmış. Böyle bir durumda yapılabilecek en iyi antlaşma yapıldı. Kaldı ki daha sonra Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile boğazlarla ve Hatay’a ilişkin atılan adımlarla eksikler de giderildi. Lozan, esas olarak Türkiye’nin kuruluş belgesidir. Bakın burada Mustafa Kemal’in bir özelliğini daha görüyoruz. Akılcı ve gücünün farkında... Bazıları diyorlar ki “Arap topraklarını bıraktık, Balkanları bıraktık..” Mustafa Kemal cevap olarak diyor ki “Arkadaşlar, ben doğduğum yeri bıraktım.” Eğer siz gücünüzün farkında değilseniz ütopik şeylere dalarsınız... Atatürk bu noktada yine büyük bir gerçekçilikle “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesini hayata geçiriyor.

2. Dünya Savaşı’na girmememizin altında bu politikanın olduğunu düşünüyorum. Bu barış politikasında ısrar ediyoruz. 2. savaşa bakalım, Bulgaristan, Yunanistan Almanlar tarafından, Suriye ve Irak da İngilizler tarafından işgal edilmiş. İran ise de facto işgal altında. Kırım ve Kafkaslarda savaş sürüyor. Kısacası Türkiye, büyük bir lav gölünün ortasında ayak basılabilecek tek ada gibi duruyor. Böyle bir ortamda savaşın dışında kalmayı başarmışız. Burada Atatürk’ün “yurtta sulh cihanda sulh” anlayışını görürüz.

  • Hocam, zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.
  • Aydınlık