İlk Kurşun Gazetesi yazarı , büyük düşün insanı Prof. Dr. Alpaslan Işıklı'yı sonsuzluğa uğurlanışının yıl dönümünde saygı ve özlemle anıyoruz...


1940 yılında Amasya’da dünyaya gelen Prof. Dr. Alpaslan Işıklı, 1961’de mezun olduğu Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde bir yıl sonra asistan olarak göreve başladı. Aynı fakültede, 1980 yılında profesör oldu. 1983’te sıkıyönetim yazısıyla görevine son verilen Işıklı, 1989’da İdare Mahkemesi ve Danıştay kararıyla görevine döndü. Fransa ve İngiltere’de bilimsel çalışmalarda bulundu. Uzun yıllar çeşitli sendikal örgütlerin eğitim ve araştırma faaliyetlerine katıldı. 19901994 yıllarında Mülkiyeliler Birliği’nin ve ardından bir dönem de Öğretim Üyeleri Derneği’nin başkanlığını yaptı.

Türkiye Yolİş Sendikası’nda danışmanlık görevinde bulunan Işıklı, 20062010 yılları arasında da ADD Genel Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Başkanlığı, TÜMÖD Genel Başkanlığı ve Ankara Üniversitesi Yönetim Kurulu üyeliği görevlerinde de bulunan Işıklı, 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından da 2 Şubat 2001 tarihinde YÖK üyeliği görevine getirilmişti.

Türkçe ve yabancı dillerde yayımlanmış çok sayıda eseri bulunan Işıklı, YÖK’teki görevini 2 Şubat 2005’e değin sürdürmüştü. Işıklı’nın önemli bazı eserleri şöyle: “Türkiye’de Sendikacılık ve Toplu Sözleşme, Toplu İş Sözleşmeleri ve Türkiye Ekonomisi İçindeki Yeri, Ücret, Sosyal Haklar Açısından Anayasa, Emek ve Ücret, Kamu Kesiminde Çalışanların Sendikal Hakları, Sosyal Haklar Açısından Anayasa, Bir Başka İktisat, Yeni Dünya Düzeninde Özelleştirme, Devlet ve Demokrasi, Sendikacılık ve Siyaset, Küreselleşme ve Demokratikleşme, Türkiye’de Sendikacılık Hareketleri İçinde Demokrasi Kavramının Gelişimi, Said Nursi Fethullah Gülen ve ‘Laik’ Sempatizanları, Dünya Bankası’nın Laik İmparatorluğunda Kumarhane Kapitalizmi, Gün Doğmadan, İş Hukuku.”


Melih Baş yazdı...


2013 yılında yitirdiğimiz hocamızı anmak vefa borcumuz ama bir başka önemi de günümüzde geçimbilime hâlâ ışık tutuyor olmasıdır. İşte aşağıda iki demetçik (özyönetim ve yeni ortaçağ).

ÖZYÖNETİM

Işıklı, “Kuramlar Boyunca Özyönetim ve Yugoslavya Deneyi” adıyla bir eser yazmış, sonra da “Yugoslavya Örneği” başlıklı makalesiyle (Kuvayi Milliye dergisi, Mayıs 1999 sayısı) ek açılım getirmiş konuya. Işıklı’dan yararlanarak soruna girelim. 

Yugoslav resmi tezine göre, özyönetim, öngördüğü ileri bir aşamada kurulacak olan özgür üreticilerin birliği fikrinin ilk somut tezahürüydü.

1950’de Yugoslavya’nın uygulamalarına başladığı özyönetimin fikir ve isim babası olan Milovan Cilas, Tito’nun yakın silah arkadaşı olup, devletin kurulmasından sonra da sağ kolu olarak yönetimde yer almıştır. Cilas’ın sosyalist ülkelerde kapitalist sınıfın yerini almış bir sınıf olarak gördüğü parti ve hükümet bürokrasisine karşı, “Yeni Sınıf” ismini taşıyan kitabındaki eleştiriler özyönetim fikrine güç katıyordu. Ama bu eleştiriler zamanla, Yugoslav yönetimi tarafından Batılı kapitalistlere hizmet edici nitelikte görülerek, kendisi tasfiye edilmişti.

Yugoslavya’nın uluslararası sermayeye açılması, özyönetim sayesinde sağlanması düşünülen demokratikleşme sürecine gölge düşürmüş ve giderek sözde kalmasına neden olmuştur.

Otoriter merkeziyetçiliğin sakıncalarından sıyrılmak için atılan adımların, bu defa başka birtakım sakıncaları beraberinde getirmeye başladığı görüldü. Merkezi kontrolden boşalan alanlar halkın katılımcı kontrolü yerine, yabancı tekellerle bağlantılı yerli tekelci odakların kontrolüne girmekteydi. Pazar sosyalizmi olarak nitelendirilen bu uygulama, Yugoslavya’yı uluslararası sermaye ve uluslararası pazarla içiçe bir konuma getirdi.

1980’de Tito’nun ölümünün ardından giderek artan ekonomik bunalım ve etnik çekişme ve çatışmalarla Yugoslavya 1990’dan başlayarak adım adım bölündü.  

YENİ ORTAÇAĞ

Işıklı’nın Yeni Ortaçağ adlı kitabı (İmge kitabevi, 2009, 2.Baskı) gerçekten çok aydınlatıcıdır. Işıklı’dan yararlanarak soruna girelim.

İçinde bulunduğumuz dönemin geçmiş ortaçağ ile çok belirgin benzerlikleri var. Bu nedenledir ki yeni bir ortaçağa ayak bastığımızı söylemek, bir hayli gerçekçi görünüyor. Geçmiş ortaçağ, MS 515 yüzyıllar arasında yer almıştı. Yeni ortaçağ ise 1990’lı yılların başında Washington’un yeni dünya düzeni söyleminin dünyanın gündemine oturmasıyla birlikte başlamıştır.

Geçmiş ortaçağ esas olarak Avrupa ile ilgili olmakla birlikte, Türk ve İslam dünyasına karşı yapılan Haçlı Seferleri de bu çağa damgasını vurmuş olayların başında gelir. Yeni bir ortaçağdan söz edilmesinin nedeni günümüzdeki emperyalist işgal ve istila olaylarının, geçmişin Haçlı Seferleri’ni anımsatmasıdır. Medeniyetler çatışması gibi safsatalarla petrol yataklarını yağmalamak için Hristiyanlık dini istismar edilmektedir. Yeni ortaçağa özgü çağdaş Haçlı Seferleri sona erecek gibi de görünmemektedir. Yeni ortaçağda hüküm süren vahşet, yalnızca askeri operasyonlarla sınırlı kalmıyor, sosyal adaletsizlik ve yoksullukla da ekonomik düzlemde de derinleşiyor.

Açlık, salgın hastalık, su yokluğu ya da sefaletten kaynaklanan nedenlerle oluşan yerel anlaşmazlıklar sonucu her yıl, İkinci Dünya Savaşı’nda altı yılda ölenlerden daha fazla kadın, çocuk ve erkek ölüyor. Üçüncü Dünya ülkeleri için Üçüncü Dünya Savaşı çoktan başlamış durumdadır. Yeni ortaçağda ‘yoksulluğa karşı savaş’ ilkesi yerini ‘yoksullara karşı savaş’ ilkesine bırakmıştır.

Ahlaki açıdan ortaçağdaki barbarlık ile çağımızdaki arasındaki tek fark çağdaş orduların tahrip gücünün daha büyük olmasıdır.

SONSÖZ

Işıklı durum saptamasıyla yetinmedi. Bir Başka İktisat diye kitap yazarak, Ulusal Kanal’da Halkçı İktisat adıyla TV izlencesi hazırlayarak çözüme ilişkin ışık tutmaya da çalışmıştı. Sonsözü O’na bırakalım: “Her şeye rağmen insanlık görme yeteneğini yitirmiş değildir. Bu nedenledir ki umut elbette ki her zaman olmuştur ve olacaktır.” Işıklar içinde uyusun IŞIKLI.