“Tekrarlanan yalan gerçeğe dönüşür” sözü çoğunlukla Nazi propaganda bakanı Jospeh Goebbels’e atfedilir ve propagandanın temel kuralı olarak bilinir.

Kısacası bir yalanın gerçek gibi algılanmasını istiyorsanız, o zaman tekrar edin. Bir kere daha tekrar edin, bir kere daha….

***

Tekrarlama, reklam, politika ve medya olmak üzere biz farkında olmasak ta hayatımızın her yerinde. Medyada aynı ürünler için defalarca benzer reklamlar görürüz, politikacılar aynı mesajları sorulan sorular ile ilgisi olmasa bile aynı biçimde cevaplar, gazeteciler köşe yazılarında aynı görüşleri tekrar eder dururlar.

Doğru olup olmamasından bağımsız olarak bir şey tekrarlandıkça insana doğru gelmeye başlar. Bunun nedeni bu ifadelere zamanla aşina olmamızdır. Tekrar, ikna etmenin en kolay ve en yaygın yöntemlerinden biridir.

Psikologların gerçeğin illüzyon efekti olarak adlandırdıkları şey budur ve temel sebebi insanın kendisine aşina gelen şeyleri sevmesidir. Bir mesaja defalarca maruz kaldıkça bu mesaj bize tanıdık gelmeye başlar ve zihnimiz tanıdık şeyleri işlemek için daha az çaba harcayacağından bu fikri benimsemek bize daha kolay gelir. Sezgilerimizin analiz gücümüzü devre dışı bırakmasının sonucu ise kolay kandırılmak olur.

Beynimizin, üzerinden düşünmemiz gereken şeylere zaman ayırmaktansa kolay kabul edebileceğimiz şeylere inanma eğilimi göstermesi ürkütücü bir gerçeklik anlayacağınız.

“Tekrarlanan yalan gerçeğe dönüşür” sözü çoğunlukla Nazi propaganda bakanı Jospeh Goebbels’e atfedilir ve propagandanın temel kuralı olarak bilinir.

“Mein Kampf – Kavgam” adlı kitabından Adolf Hitler’in “En son kişi fikri kavrayana kadar sloganlar devamlı olarak tekrar edilmelidir” diye yazdığını düşünürsek onun da bu tekniği bildiği aşikar.

Peki, maksimum etkiyi sağlamak için bir mesaj kaç kez tekrar edilmeli?

Yapılan çalışmalara göre bir düşünceye 35 kez maruz kaldıktan sonra duyduğumuz güven üst boyutlara çıkıyor. Ancak bu sayıdan daha fazlasına maruz kalmak etkiyi tersine de çevirebiliyor.

İşte bu nedenle reklamcılar, kullandıkları sloganlarda dönem dönem değişiklikler yaparak bu sorunu ortadan kaldırıyorlar.

Tekrar yanısıra bir diğer neden ise bilişsel cimrilik. Beynimiz analiz etmekten ziyade, sezgilerini kullanmayı tercih ediyor, üstelik bu durumun zeka ile hiçbir bağlantısı yok…

Güney California Üniversitesi’nden Eryn Newman sezgisel tepkilerimizin beş temel soru etrafında döndüğünü söylüyor:

  • Bilgi güvenilir bir kaynaktan mı?
  • Başkaları inanıyor mu?
  • Destekleyecek çok sayıda kanıt var mı?
  • İnandığım şeyle uyumlu mu?
  • İyi bir hikaye içeriyor mu?

Öncelikle o konuda uzman olsun, olmasın tanıdığımız insanlara daha fazla güveniyoruz. Ayrıca bir düşünceyi ne kadar çok insan destekliyorsa, o fikrin doğruluğundan daha az kuşku duyuyoruz. Bir de iddia edilen konu akıcı bir biçimde dile getirildiyse, inançlarımız ile uyumluysa daha da kolay kabul ediyoruz.

Bunları bilmek ne işimize yarar derseniz, kısmen de olsa sizin propaganda tuzağına düşmenizi engelleyebilir kanımızca. Bir yalan makul gelse bile sorgulamadan, eski bilgilerimizi neden bir kenara bırakalım ki?

Akademisyenlerin yazdıkları her şeyde referans kullanmalarının nedeni budur işte. Dile getirdikleri iddialara okurun hemen inanmasını beklemek yerine ona kaynağını araştırma olanağı verirler.

Her işi akademisyenlerden beklememek lazım, biraz merakla bilginin gerçeklik payını bizler de artık kolayca internet aracılığı ile ulaşabilir durumu geldik, yeter ki kuşku duyalım…

Gerçeklerin önem taşıdığı bir dünyada yaşıyoruz. Kaynağına inip doğruluğunu araştırmadan bir şeyi tekrarlıyorsak yalanlarla gerçeklerin birbirine karıştığı bir dünya yaratılmasına yardım etmiş oluruz. Yani tekrarlamadan önce düşünmekte fayda var.

Sibel Çağlar