Dünya kültür mirasının korunması ve müzeciliğin tanıtılması amacıyla Uluslararası Müzeler Konseyi (ICOM) tarafından her yıl 18 Mayıs günü, 1977 yılından bugüne, tüm dünyada Uluslararası Müze Günü olarak kutlanmaktadır. (18 Mayıs Uluslararası Müze Günü 2020: Eşitlik için Müzeler) Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerinde yaşadığı topraklar, çok eskilere dayanan bir tarih ve kültür birikiminin kaynaklarını barındırmaktadır. Atatürk'ün en önemli özdeyişlerinden biri "Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür" Ulusal Kurtuluş Savaşı önderi olduğu kadar bir kültür önderi de olan Atatürk bu özdeyişi ile kurulan Cumhuriyetin yapısını da belirlemiş oluyordu. Atatürk arkeologların ülke çapında eğitilerek uzmanlaşmasını istediğinden 1935 yılında tarih ve arkeolojinin bilim haline gelmesi için Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesini kurdu. Burada tarih dersleri vermeye başlayan Afet İnan’a, Ocak 1936 yılında şu satırları yazmıştır. “Tabiatın esrar dolu sinesine her gün daha çok girmekte olan insan zekası realiteye kavuşmak için çalışanları tatmin edecek ve insanlık tarihini aydınlatacak ilimler bulmuş ve tespit etmiştir. İşte Arkeoloji ve Antropoloji o ilimlerin başında gelir. Tarih, bu son ilimlerin bulduğu belgelere dayandıkça temelli olur. Onun içindir ki, bizim tarih belgelerimizin her parçası klasik sayılan kültür eserlerinin bir aynasıdır” Atatürk bu sözleriyle, Milli sınırlar içerisinde bulunan tüm Anadolu Uygarlıklarının tek sahibi ve mirasçısı olduğumuzu göstermektedir. Atatürk, daha Cumhuriyeti kurmadan önce, müzecilikle yakından ilgilenmiş, 1922 de yayınlanan bir genelgede Arkeolojik ve Etnoğrafik eserlerin toplanması, envanterlenmesi ve yeni müzelerin kurulmasının önemi belirtilmiştir. Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren her konuda olduğu gibi Türk Müzeciliğinde de heyecanlı bir dönem başlar. Bugünkü müzelerimizin çoğu Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulmuştur. Atatürk Anadolu Medeniyetleri Müzesini 1921 yılında, daha Sakarya Savaşı sürerken kurdurmuş, Müzeyi ve müzeciliği Cumhuriyet’in temel direklerinden biri olarak ele almıştır. Cumhuriyetin 10.yıldönümünde Atatürk’ün talimatı ile başlayan Milli kazılardan Ahlatlıbel Kazısını, Atatürk büyük bir ilgiyle izlemiş ve sık sık giderek bizzat denetlemiştir. Ayrıca Arkeoloji ve Sanat eğitimi yapmak üzere Batı ülkelerine öğrenciler gönderilmesini istemiştir. Halet Çambel, Ekrem Akurgal gibi değeri bilim insanları başlatılan seferberlikte ilk gönderilenlerdir. Büyük bir yarımada biçimindeki yurdumuz tarih boyunca bir çok uygarlıkların beşiği olmuş, günümüzden altmış bin öncesine dayanan, insanın var oluşundan başlayarak birikimler sonucu oluşan kültürel değerlerin ve yapıtların bütünü "Anadolu Uygarlığı"nı oluşturmuştur. Atatürk 1931 yılında kurduğu Türk Tarih Kurumu'na, vasiyeti ile mirasının büyük bir bölümünü bırakmıştır. Atatürk'ün bu soylu davranışı Türk Tarihine, Anadolu Uygarlığı'na ve kazı bilimine (arkeolojiye) verdiği önemi ve değeri gösterir. Atatürk'ün "Anadolu tarihi bizim tarihimizdir, Anadolu uygarlığı bizim uygarlığımızdır." Görüşü ve savı bugün de çağdaş bilim adamları tarafından kabul edilmektedir. Atatürk, Anadolu'da "Ulusal Kurtuluş Savaşı" yıllarında bile, Türk müzeciliğini unutmaz ve gereken önemi verir. Ankara’da Büyük Millet Meclisini açan Atatürk, göreve başlayan Hükümetten Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde Türk Asarı Atika Müdürlüğü'nün kurulmasını istemiştir. Atatürk'ün ileri görüşlülüğü ve öncülüğü ile başlayan müzecilik ve arkeolojik kazı anlayışının ülkemizde yerleşmesinden sonra müzelerimiz her yönüyle çağdaş ölçüler içinde gelişmiş, eğitim ve sanat yapısına katkıda bulunmaya başlamıştır. Bu nedenle Atatürk'ün hedef gösterdiği ölçüler içerisinde Müzelerimiz gereken aşamaları yapmış ve dünya standartlarına ulaşmıştır. Atatürk'e göre, bir millet; etkilenmekten kurtulup etkileyici duruma gelirse tam bağımsız olabilir. Ulusal birliğe ulaşabilmek, tarihimize ve kültürel değerlerimize sahip çıkmakla sağlanır.