ATATÜRK, "BENİ TÜRK HEKİMLERİNE EMANET EDİNİZ" SÖZÜNÜ SÖYLEMEDİ DİYENLERE İTHAF OLUNUR!
NE ZAMAN VE NEREDE, KİME SÖYLEDİ?
Bu konuyu " Son Yıl 1938" kitabımda geniş ölçüde ele almıştım. Fakat bu kitabın yeni baskıları da tükendi, yeni bir hazırlık yapılıyor. O nedenle, bu konuya burada açıklık getirmek istedim.
1938 yılının Şubat ayı. Atatürk Dolmabahçe'de. Hastalık emareleri giderek dozunu arttırıyor.
Atatürk ile İnönü'nün son dönemlerde kanlıbıçaklı hale geldiklerini iddia eden belli bir kesim vardır ya! Bu yazıyı onlara da ithaf ediyorum.
Atatürk İnönü'ye, "İsmet, çok özledim, bir günlüğüne de olsa kalk gel!" diye mesaj gönderir. İsmet Paşa bu davet üzerine 19 Şubat 1938 günü Dolmabahçe'dedir.
Yeni yılın ilk günü yazdığı mektupta, "Benim sevgili dostum, kardeşim, aziz evladım..." diyerek seslendiği İsmet'le, işte şimdi karşı karşıyadır Atatürk. O kadar mutludurlar ki, bu 1 gün, hafta sonuna kadar uzar, sonunda 24 Şubat'ta Ankara'ya birlikte hareket ederler.
Trende eski sağlık bakanı Dr. Refik Saydam da vardır.
Uğurlamaya gelenler belli etmemeye çalışsalar da, büyük üzüntü içindedirler. Çünkü Atatürk on gün öncesine göre çok daha halsiz ve bitkindir.
25 Şubat 1938 günü birlikte Ankara'ya gelirler. Atatürk, daha ayağının tozuyla saat 17.00'de Yunan Başbakanı ve Balkan Antantı Konsey Başkanı Metaxas'ı, 18.00'de Yugoslav Başbakanı Stoyadinoviç'i,
19.00 'da Romanya Hariciye Müsteşarı Commen'i ayrı ayrı kabul eder. Ankara'ya da zaten tamamen iyileşmeden gelmesinin nedeni, işte bu zevatla görüşmek içindir.
O gün Ankara Garı'nda karşılayanlar arasında bulunan Dr. Asım Arar Atatürk'ü bir doktor gözüyle son derecede yorgun ve halsiz görmüş ve bu durumu o gün koşup, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'ya bildirmiştir.
O akşam sofrada sadece Salih Bozok, Cevat Abbas Gürer ve Ismail Hakkı Kavalalı konukturlar. Sofra erken dağılır. Erkenden yatar. Ertesi gün 26 Şubat, nisbeten erken uyanır, (09.40). Gün boyu konuk almaz ve gene odasına erken çekilir. (00.30). Zira 1 gün sonra Balkan Antantı Konsey Üyeleri şerefine bir yemek, ardından da bir suare verecektir. Birazcık da olsa enerji toplamaya çalışmaktadır. Bu yemekte yapacağı konuşmayla Balkan Paktı'nın barış için önemini vurgularken, diğer taraftan da sürekli kışkırtıcı beyanlarda bulunan Mussolini'ye göndermeler yapmayı planlamaktadır.
Beklenen gün, 27 Şubat gelir.
Atatürk Balkan Antantı üyeleri onuruna, bütün devlet ricalinin de katılımıyla Çankaya Köşkü'nde bir çay ziyafeti verir. Bu parti saat 17.00 19.30 arasında büyük bir samimiyet havası içinde geçer.
İsmet Paşa da davetliler arasındadır.
Arkasından aynı gece, bu kez Hariciye Köşkü'nde bir yemek ve suare verilecektir. Bu maksatla, Çankaya'daki Hariciye Köşkü özenle hazırlanmış, davetliler titizlikle seçilmiştir. Ankara'daki diplomatlar yavaş yavaş Hariciye Köşkü'nü doldururlarken, kendisi de frakını giymiş, aynanın karşısında son hazırlıklarını yapmaktadır ki, olanlar olur.
Bir anda gömleği kan içinde kalmıştır. Önce genzine doğru bir sıcaklık hissetmiş, banyoya koşmasına fırsat kalmadan burnundan kan boşalmıştır. Üstelik bu kez kanama her zamankinden daha fazla olmuş, durdurmak daha uzun sürmüştür. Sonuç olarak Hariciye Köşkü'ne geç gelir. Oysa bu gibi protokol kurallarına uyma konusunda ne kadar titiz olduğu herkes tarafından bilindiği için, bu gecikme özellikle diplomatların dikkatinden elbette kaçmaz.
O'nu dikkatle izleyenlerden biri de, 2 gün önce Ankara'ya geldiğinde karşılayıcılar arasinda bulunan Dr. Asım Arar'dır. Olanı sadece seyretmekle kalmaz, hemen İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'nın yanına gider ve tüm şüphelerini açıklıkla ifade eder:
"Şükrü Beyefendi, size hem Dahiliye Vekili hem de vatanin kıymetli bir ferdi olarak, çok mühim ve ağır bir şeyden bahsedeceğim. Atatürk çok vahim bir hastalığın başlangıcındadır ve öyle zannediyorum ki, şimdiden tedbir almak hususunu ihmal edecek olursak, maddi ve manevi mesuliyetimiz büyük olur. "
Endişeye düşen Şükrü Kaya Dr. Arar'ı hemen Bayar'ın yanına götürür. Bayar o esnada Yugoslav Başbakan Stoyadinoviç ile görüşmektedir. Bayar, konukla ilgilenmesini Şükrü Kaya'dan rica eder ve Dr. Arar ile bir köşeye çekilir.
Dr. Arar, aynı şeyleri tekrarlar:
"Sayın Bayar, Atatürk'ü istasyonda gördüm, halini hiç beğenmedim. Burnundan kan geldiği söyleniyor. Ben ise bunun ciğerden geldiğini sanıyorum. Eğer öyleyse durum vahim..."
Peki hemen yapılması gereken nedir?
Atatürk'ü derhal ciddi bir muayeneye tabi tutmak, duruma göre tedaviye hemen başlamak, sigarayı içkiyi derhal yasaklamak ve yurt dışından ünlü bir uzmanı derhal davet edip, onun da yardımıyla tedaviyi düzenlemek...
Bayar için o gece hiç bitmez. Sabahleyin erkenden Çankaya'dadır.
Tarih 28 Şubat 1938.
Hayrolsun, ne var?
Hastalığınızı merak ediyorum. Biri Almanya'dan, diğeri Fransa'dan iki ünlü uzmanın ismini verdiler. İzin verirseniz hükümet olarak getirmek istiyoruz.
Atatürk, Bayar'ın önerisini dinledikten sonra,
Ortalıkta Hatay meselesi var. Hastalığım hariçte duyulursa fena olur. Dr. Neşet Ömer'le konuş. Burada zaten Tıp Kongresi var. BANA BİZİM ÇOCUKLAR BAKSIN, BİZİMKİLER KONSULTASYON YAPSIN" der.
Bu talimat,
"BENİ TÜRĶ HEKİMLERİNE EMANET EDİNİZ"
şeklinde sloganlaşır.
O vaziyetindeyken bile sağlığını değil, hayatını değil, Hatay'ı düşünmektedir.
Çünkü o Atatürk'tür.
"BANA BİZİM ÇOCUKLAR BAKSIN".
O'NA VE İLKELERİNE SONUNA KADAR, SONSUZA KADAR SAHİP ÇIKMAYA BU ULUS KARARLIDIR.
O'NU MİNNETLE ANIYORUZ.
ÇEVREMİZE ŞÖYLE BİR BAKINCA
HER GÜN DAHA ÇOK, DAHA ÇOK
ARIYORUZ.
14 MART TIP BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN.
Dr. Orhan Çekiç.