Bir ressam, bir yazar, bir şair... Hem de "sinesine saplanmış kara saplı bir bıçakla" yaşayan, üreten çok yönlü bir sanatçı.

NİLAY ÖZÇETİN

1911 yılında babasının kaymakam olarak görev yaptığı Giresun’un Görele ilçesinde dünyaya geldi. Ailesinin beş çocuğundan ikincisiydi. Babası ona Ali Bedrettin adını koydu. Ama zamanla Ali unutuldu ve ismi önce Bedir’e, sonra Bedri’ye dönüştü.

Trabzon lisesinde okurken ünlü ressam Zeki Kocaemmi’nin öğrencisi olması Eyupoğlu’nun yaşamını değiştirdi. Onun yönlendirmesi sonucunda İstanbul’a giderek Güzel Sanatlar Akademisi’ne girdi. Mezun olduktan sonra Fransa’ya gitti. İki yıl Paris’te eğitim gördü. Türkiye’ye döndükten sonra, Güzel Sanatlar Akademisi’nin Resim Bölümünde öğretim üyesi olarak göreve başladı. 1937’de başladığı resim öğretmenliğini ölümüne kadar sürdürdü ve çok sayıda öğrenci yetiştirdi. 1930 ile 1940’lı yılları kapsayan dönem resimlerinde köy manzaraları, köy kahveleri, faytonlu yollar, iğde dalı takmış gelinler gibi Anadolu’ya özgü görünümler hâkimdir. 1940’dan sonra duvar resimlerine yöneldi. 1950’de Ankara’da sanatının o güne kadarki bütün dönemlerini kapsayan bir sergisi düzenlendi. Aynı yıl bir kez daha Paris’e gitti ve insan müzesinde ilkel kavimlerin sanatını inceledi. Bu incelemeleri "güzelin aynı zamanda yararlı da olabileceği, yararlı olmanın güzelin gücünü eksiltmeyeceği" düşüncesine ulaşmasına yol açtı. Bu düşünce ise onun bundan sonraki sanat görüşünü tümüyle etkiledi, yönlendirdi. Birçok dalda eseri olan sanatçı özellikle vitray, seramik, gravür, mozaik, hat sanatlarında Batı’dan esinlenerek çalışmıştır. Yapıtları fazla ‘oryantal’ olduğu gerekçesiyle önceleri beğenilmez, alıcı bulamaz. Yerli olması, bu toprağın insanını resmetmesi ona bu tür eleştiriler yöneltilmesine neden olur.

1928’de daha lise öğrencisiyken şiir yazmaya başlamıştır. Halk edebiyatının masal, şiir, deyiş gibi her türüne karşı duyduğu hayranlık şiirlerine de yansımıştır. Halk dilinden ve şiirinden aldığı öğeleri kendine özgü bir biçimde kullanarak halk diline yaklaşma çabasını sonuna dek götürmüştür. Bu nitelikleriyle şiirleri resimleriyle büyük bir benzerlik gösterir. Akıcı, rahat bir dille kaleme aldığı gezi ve deneme yazılarında ise sürekli gündeminde olan halk kültürü, halk sanatı konularındaki görüşlerini sergilemiştir. Ozan Bedri Rahmi, halk deyişlerinin, söyleyişlerinin, halk dilinin tadını almış, bu tadı benimsemiş bir sanatçıydı. Bir yazısında "Niçin köylünün bir avuç kelime ile söylediği türkü dağları deler bize kadar gelir de bizim şiirlerimiz bir türlü ona ulaşmaz?" Niçin köylüden aldığımız kadarını vermiyoruz diye sorar.

"Ne zaman bir köy türküsü duysam/Şairliğimden utanırım"

Bedri Rahmi’yi nasıl anlatmalı diye sorar İlhan Berk, "Bedri bir ressamdan, bir şairden çok forsa mahkûmlarına benzerdi. Eski büyük denizlerde, eski büyük gemilerde kürek çeken, deniz tutkunu, deniz kurdu mahkûmlara. Yeryüzüne yazmaya, çizmeye gelmiş o babacan gönüllü tutsak kullardan. İlle de bir ressama benzetmek gerekirse, araba, boyacı sandıklarını boyayan o adsız sansız halk ustalarına benzetebiliriz. Yaptığı işi onlar gibi abartmayan, alçakgönüllü, saygılı, sıradan. Resimlerinde onlar gibi olmamıştır, ama onlar gibi yaşamıştır. Bir halk adamı, bir derviş, bir ermiş yaşamı. Bedri’nin en belirgin yönü bu kalenderliği, halk adamlığıdır. Yaşarken bu yeryüzüne en çok onu koymak istemişti sanki. Yürüyüşü, oturuşu, kalkışı, gülüşü, sıkılışı, kızışı hep bu sıradanlığın, halk adamlığının simgesidir. Yerlidir. Şiirinde iç ve dış sarmaş dolaştır. Halk ozanını, türküleri çok iyi bilir. Ama kalıplaştırmaz. Aksine çağdaş beğeni ölçüleri içinde geliştirmeye çalışır. Yüzde yüz coşkudur onu şiire götüren. Gördüğü, kokusunu duyduğu her şeyi eksiksiz yansıtmak ister. Yedi kat göğün ardını ararken biraz derviş, biraz mistik, kafası kızınca isyancıdır."

Şükran Kurdakul’a göre de Bedri Rahmi Eyupoğlu, "şiiri morun, yeşilin, mavinin, çingene pembelerinin, kirazın, narın, buğdayın, yazmanın, Anadolu insanının baş tacı edildiği bir dünya demektir. Bu dünyaya ters düşen eskiyeni her anlayışın karşısında bir kavga adamı olur çıkar."

Eren Eyüpoğlu ile evliyken Mari Gerekmezyan’la 1940’larda başlayan aşkını, sigara paketlerine resmini çizerek, körpe fidanlara adını yazarak yansıtır. Pek çok tablo vardır bu ilişkiden geriye kalan ve "Karadutum", "Sitem" gibi pek çok da şiir. Usta ressam, düşsel bir tabloda sevdalısıyla kendisini gökyüzünde kanat açan iki atlı olarak resmetmiştir. Çorum’da öğrendiği çatalkaram ve çebişim (keçi yavrusu) sözcükleriyle sevgilisine seslenir mektuplarında ve şiirlerinde.

Atölyesinin duvarına astığı bir yemini vardır Bedri Rahmi’nin: "Bugüne kadar resim sanatı alanında yapılagelmiş olanları inceleyeceğime, kendini bütün dünyaya kabul ettirmişler arasında beni en çok saranları ayırarak onlara kendi aramalarımı, denemelerimi katacağıma, alışılagelmiş, basmakalıp, hazırlop, klişeleşmiş, çiğnene çiğnene tadı tuzu kalmamış hiçbir şeyi tekrarlamayacağıma, elimden çıkan her çizgiye, her lekeye, her renge, her beneğe, kendi aklımı, kendi tecrübemi, kendi tasamı, kendi ömrümü, yüreğimi basacağıma, aldığım nefes, içtiğim su, bastığım toprak, gözüm, kulağım, burnum, elim, belim, dilim, derim üstüne yemin ederim, yemini bozduğum gün buradan giderim."

21 Eylül 1975 tarihinde İstanbul’da kaybettiğimiz Bedri Rahmi Eyupoğlu’nun, vatan bütünlüğümüze gözünü dikenlere inat bugün de geçerli olan sözleri hepimize bir ders, bir vasiyet niteliğindedir. "Ressamım, yurdumun taşından sürüp gelir nakışlarım. Taşıma toprağıma toz konduranın alnını karışlarım."

ZİNDANI TAŞTAN OYARLAR

"Sılanın ufak tefek yolları

Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri

Tepeden tırnağa şiir gülleri

Yiğidim aslanım aman burda yatıyor

***

Bugün efkârlıyım açmasın güller

Yiğidimden kötü haber verirler

Demirden döşeği taştan sedirler

Yatak diken yastık batıyor

Yiğidim aslanım aman burda yatıyor

***

Bir şubat gecesi tutuldu dilin

Silaha bıçağa varmadı elin

Ne ana ne baba ne kız ne gelin

Yiğidim aslanım aman burda yatıyor

***

Ne bir haram yedin ne bir cana kıydın

Ekmek kadar temiz su gibi aydın

Hiç kimse duymadan hükümler giydin

Yiğidim aslanım aman burda yatıyor

Döşek melül mahzun yastık batıyor

***

Mezar arasında harman olur mu

On üç yıl hapiste derman kalır mı


Azrail aç susuz canın alır mı

Yiğidim aslanım aman burda yatıyor

Döşek melül mahzun yastık batıyor

***

Zindanı taştan oyarlar

İçine bir yiğit koyarlar

Sağa döner böğrü taşa gelir

Sola döner çırılçıplak demir

Çeliğin hası da yiğidim aman böyle bilenir

Döşek melül mahzun yastık batıyor

Yiğidim aslanım aman burda yatıyor

***

Dilinde dilimi bulduğum, gücüne kurban olduğum

Anam babam gibi övdüğüm

Dayan aslan ustam yiğidim dayan

Dayan hey gözünü sevdiğim

Bugün efkârlıyım açmasın güller

Yiğidimden kötü haber verirler

***

Sana kökü dışarda diyenlerin kökleri kurusun

Kurusun murdar ilikleri dilleri çürüsün

Şiirin gökyüzü gibi herkesin

Sen Kızılırmak’çasına bizimsin

En büyük demircisi dilimizin

Canımız ciğerimizsin

***

Bugün burdaysa şiirin yarın Çin’dedir

Bütün hışmıyla dilimiz

Kökünden sökülmüş bir çınar gibi yüreğimiz içindedir

***

Bugün burdaysa şiirin yarın Çin’dedir

Acısıyla sızısıyla alnının kara yazısıyla

Bir yanı nur içinde tertemiz

Bir yanı sızım sızım sızlayan memleketimiz içindedir.


Aydınlık